Avrupa Entegrasyon Süreci

Fatih BAYEZİT[1] *Bu makalenin Powerpoint sunumunu indirmek için Sunumu İndir

Giriş / Abstract

9 Mayıs 1950’de Schuman Deklarasyonu’na kadar olan süreci incelediğimizde Avrupa entergrasyonunun yıllar boyu tartışılan, gerçekleşmesi gereken bir ideal olarak çeşitli dönemlerde hep imparatorların, kralların, ve Avrupalı düşünürlerin gündeminde yer aldığı göze çarpmaktadır. Kimi zaman bunu kendilerine hedef koyanlardan bazıları çeşitli düşünce hareketleri oluşturmuş; kimileri kitaplar yazmış; kimileri ise komutanlık ettikleri ordulara Avrupa kıtası’nın tamamını işgal emri vererek bütün bir Avrupa İmparatorluğu; bir Avrupa Federasyonu; Avrupa Birleşik Devletleri gibi çeşitli fikir ve ideallerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Avrupa entegrasyon sürecinin özüne inmek istediğimizde aslında bu idealin bir Avrupa Kimliği’nin sonucu olduğu, ve ortak bir Avrupa kimliği ihtiyacından da kaynaklandığı görülmektedir. Avrupa kimliği köklerini Yunan ve Roma mitolojisinden alıp bugünlere kadar gelmiş olan ve tarih boyu süren evrim sonucunda ortak Avrupa Kimliği, Avrupalılık ve bütünleşik bir Avrupa devleti ve nihaytinde Avrupa Birliği silüetine bürünmüştür. [2] Yunan mitolojisinin başlamak gerekirse Avrupa, Zeus’un beyaz bir boğa silüetini alarak aşık olduğu Suriye güzeli Europa’yı sırtına alıp Akdeniz’i geçerek Girit’e getirmesiyle başlar. Bugün Avrupa’nın bir coğrafi bütünlük mü yoksa yıllar boyu oluşan ortak tarihi kültürel kaderdaşlık mı tartışma konusudur. Roma İmparatorluğu’nun ulaştığı en büyük sınırları Avrupa diye adlandırılmış ve coğrafi olarak da Roma’nın başladığı ve bittiği yerler Avrupa olarak anılmıştı. Bugünkü Avrupa’nın kuzey bölgeleri hariç Doğu ve Batısını tamamen kontrolü altında tutan Roma İmparatorluğu kuzeyden gelen Barbar akımlar sonucu bölünmesi ve Batı Roma İmparatorluğu’nun parçalanması sonrası, Avrupa’ya yüzyıllarca hakim olan tek güç ortadan kalkmış ve kıta değişik etnik unsurların çeşitlendirdiği, siyasi istikrardan uzak, daha çok çatışmaların ve ihtilafların sıklıkla yaşandığı bir kıta olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun yıllar boyu sürdüğü bütünleşik ve tek bir Avrupa devleti olma özelliği yıllar süren süreçte Avrupa entergrasyonu fikrinin temelini oluşturan en önemli unsur olmuştur.

Avrupa’da Krallıklar Dönemi ve Bütünleşme Çabaları Yeni bir Roma İmparatorluğu ve Avrupa’yı tek çatı altında birleştirme ideali Avrupa krallıkları içinde hep süregelen bir olgu olmuştur. Bunlardan Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kurucusu Charlemagne Avrupa’nın çoğunluğunu ve nihayetinde Roma şehrini de ele geçirmesinden sonra Papa III.Leo tarafından kendisine Imperator Romanorum (Roma İmparatoru) ünvanı verilmiştir. Avrupa entegrasyonu Avrupalılık kimliğinden ayıramadığımız bir süreç olduğu için Avrupa kimliğini en çok etkileyen faktörlerden biri olan İslam’ın yayılması, Kudüs’ün Müslümanların eline geçmesi, Doğu Roma İmparatorluğu topraklarının (Bizans) Müslüman Türkler tarafından ele geçirilmesi ve İstanbul’un Osmanlı’lar tarafından fethi de bu kimlik ve entegrasyon sürecine etki eden önemli unsurlar olmuşlardır. 1095 yılında Bizans İmparatoru I. Alexius’un Selçukluların İznik’i ele geçirmesi ardından yardım talebinde bulunduğu Papa III.Urban, Clermont Konseyi’ni topyarak 1099 yılında Kudüs’e değin varan bir savaşlar zincirini başlatmış ve Müslümanlara ve Türklere karşı ortak bir Avrupa ordusu oluşturmuştur. Böylelikle yaklaşık 300 yıl süren bir Haçlı ve asker tabanlı Avrupa kimliği oluşmuştur. Entegrasyon anlamında bu sürece baktığımızda Avrupa’daki değişik millet ve krallıkların ortak bir kaygı etrafında toplanabildiğini gözlemleyebilmekteyiz. Avrupa bütünleşme tarihine damga vuran bir başka dönüm noktası ise İstanbul’un Türkler tarafından elegeçirilmesidir. İstanbul’un fethi hem Avrupa’da Reform ve Rönesans süreçlerini başlatması açısından hem de 1000 yıllık Roma İmparatorluğu’nun sonu olması açısından önemlidir. Diğer bir önemli nokta ise Avrupa enegrasyon sürecine yeni bir boyut getirmiştir. İstanbul’un Fatihi Sultan Mehmed, fetihten sonra kendisini Kayser-i Rum (Ceasar of Rome) ilan etmiş ancak bazı kaynaklara göre Istanbul Patrikhanesi ve Vatikan tarafından tanınmamıştır. O dönemde varlığını sürdüren Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun varlığını sürdürüyor olması ve 799 yılında Charlemagne’ın Roma İmparatoru ilan edilmiş olması Fatih’in Roma İmparatoru olarak tanınmamasına gerekçe gösterilmiştir. Prof.Dr.Halil İnalcık’a göre ise fetihten sonra Papa II. Pius Sultan Mehmed’e bir mektup göndererek kendisini Roma İmparatoru olarak tanımaya hazır olduğunu söylemiş ancak Fatih nazarında bu dikkate alınmamıştır. [3] Ancak Sultan Memhed’in bir sonraki seferinin Roma şehrine yönelik olduğu gerçeği aslında yıllar boyu Avrupalılarca düşman ve öteki olarak görülen İslam ve Türk dünyasında bile bütünleşik bir Avrupa ve Yeni Roma İmparatorluğu idealinin olduğunu bizlere göstermektedir.

Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’na son veren Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart tek Avrupa idealini taşıyan bir başka önemli isimdir. Kıtasal sistem (Continental System) adını taşıyan belirli bir stratejik planlama dahilinde Avrupa’da Roma benzeri örgütlenme kurmak istemiştir. Avrupa’daki devlet arasında bir nevi Gümrük Birliği oluşturan bu sistemde Fransız malları lehine İngiliz ürünlerine ambargo konulmaktaydı. Eğitim, hukuk ve yönetimsel olarak gelişmiş bir devlet sistemi kurmak isteyen Napolyon’un “Ben bir Avrupa sistemi kurmak istiyorum, Avrupa hukuk sistemi ve Avrupa’da yaşayan tek bir halk” [4] sözleri Napolyon’un bu idealini açıkça göstermektedir.

Düşünürler ve Avrupa Bütünleşmesi

Avrupa’nın entellektüel birikimi, özellikle Aydınlanma sürecinde ortaya konanlar ulusal kaygıların ötesinde bir Avrupa fikrinin savunuculuğuna dayanıyordu. En ünlü aydınlar bunun için mücadele veriyordu.

J.J.Rousseau “..artık Fransa, Almanya, hatta İngiltere’nin var olmadığı, sadece Avrupalıların var olduğu, hepsinin aynı zevklere, aynı tutkulara ve aynı yaşam tarzına sahip oldukları..” bir çağ hayal etmişti. (Hampson, 1984:71)

Fransız düşünür Voltaire ise ulus devletin yerini Avrupa’nın aldığına inanıyordu: “Bugün, artık Fransızlar, Almanlar, İspanyollar ve hatta İngilizler yoktur. İnsanlar ne söylerlerse söylesinler, sadece Avrupa vardır. Hepsi aynı zevklere, aynı duygulara, aynı adetlere sahiptirler, zira hiçbiri herhangi bir özel ulusal oluşum yaşamamıştır.” (Dann ve Dinwiddy, 1988:4)

Immanuel Kant “özgür devletler federasyonu” Voltaire ise Avrupa Cumhuriyeti vizyonunu savunuyordu.[5]

Victor Hugo ise 1849 yılında Guiseppe Mazzini’nin organize ettiği Uluslararası Barış Kongresi’nde Avrupa Birleşik Devletleri terimini kullanıyor ve bu yöndeki idealini ortaya şu sözleriyle ortaya koyuyordu: “A day will come when all nations on our continent will form a European brotherhood.. A day will come when we shall see.. the United States of America and the United States of Europe face to face, reaching out for each other across the seas.”

Guiseppe Mazzini de 1843’de bir Avrupa Cumhuriyetleri Federasyonu fikrini savunuyordu.[6]Fransız sosyalist Saint-Simon ve Augustin Thierry ise 1814’te De la réorganisation de la sociéeté européenne isimli makalesinde federatif bir Avrupa parlamentosu fikrini öne sürüyordu.

20.Yüzyılda Avrupa Bütünleşmesi İdeali 20. Yüzyıla gelindiğinde Avrupa içi mücadelelerden çıkan I.Dünya Savaşı artık kıtada barışın sağlanmasına hizmet edecek bir birlik ve entegrasyon modeli ihtiyacını göstermişti. Bunun üzerine Avrupa’nın birçok fakrlı noktasında birçok politikacı aydın ve düşünürler Avrupa entegrasyonu için ne yapabileceklerini araştırmaya başlamışlardır.

Paneuropa kitabının yazarı Avusturya Kontu Coudenhove Kalengi 1923 yılında Pan-Avrupa Hareketi isimli bir örgüt kurdu ve 1926 yılında Avrupa’nın değişik politik figürlerini Viyana’da topladığı I.Avrupa Hareketi Komngresi’nde biraraya getirdi. Kalegi Pan Europa isimli eserinde fikirlerini şu şekilde sunuyordu: “"Europe as a political concept does not exist. This part of the world includes nations and states installed in the chaos, in a barrel of gunpowder of international conflicts, in a field of future conflicts. This is the European Question: the mutual hate of the Europeans that poisons the atmosphere. (....) The European Question will only be solved by means of the union of Europe's nations. (...) The biggest obstacle to the accomplishment of the United States of Europe is the one thousand years old rivalry between the two most populated nations of Pan-Europe: Germany and France..." [7]

Fransız Başbakanı Aristide Briand’ın 5 Eylül 1929 yılında Milletler Cemiyeti’nde yaptığı konuşmada sunduğu Birleşik Avrupa formulasyonu başta ünlü ekonomist Keynes ve Almanlar tarafında beğeni toplamıştı.

"I believe that a sort of federal bond should exist between the nations geographically gathered as Europe countries; these nations should, at any moment, have the possibility of establishing contact, of discussing their interests, of adopting common resolutions, of creating amongst themselves a bond of solidarity that allows them, on suitable occasions, to face up to serious circumstances, in case they arise. (...) Evidently, the association will take place mainly in the economic domain: this is the most pressing question..."[8]

Aristide Briand’ın bu fikirleri üzerine Milletler Cemiyeti Briand’dan bu konu üzerine detaylandırılmış bir proje ve memorandum talep etti. 1930 Yılında Briand Memorandum on the organisation of a system of European Federal Union adıyla raporunu sundu ancak artık Dünyadaki ve Avrupa’daki devletler ekonomik krizle uğraşmakta ve bu yüzden bütünleşme çabaları devletlerce daha az gerekli unsur olarak görülmeye başlanmıştı. 1931 Yılına gelindiğinde artık Avrupa entegrasyonu Avrupa Birleşik Devletleri kitabını yayınlayan Fransız Politikacı Edouard Herriot gibi birkaç idealist tarafından dillendirilen bir olgu olmuştu.

Avrupa’da o yıllarda yükselmeye başlayan faşizm milliyetçilik gibi akımlar ve 1933 yılında Adolf Hitler’in Alman Şamsoliseliğine gelişi bir arada yaşama fikrini tamamen törpülemişti.

Adolf Hitler’in Avrupa İdeali

Bugün bakıldığında II.Dünya Savaşı esnasında Avrupa’nın büyük çoğunluğunu işgal eden Hitler Almanyası, yeni bir Avrupa Devleti oluşturuyor muydu? Yada Hitler böyle bir ideale sahip miydi tartışma konusudur.

Hitler Polonya’dan başlayarak Rusya’ya kadar olan toprakları ülkesine katmış ve ardında da Fransa, Belçika gibi Batı Avrupa ülkelerini de işgal ederek büyük bir Almanya’ya sahip olarak Hitler aslında yapmak istediğini teoride başarmıştı. Hitler aslında politik çıktıyı pek de önemsemiyordu. Ona göre diğer ırklar ve ülkeler sadece Almanya’nın savaşta ve savaş sonrasındaki ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü birimlerdi. Bu açıdan bakıldığında askeri olarak üstün bir Almanya Avrupa’ya hakim olsa da siyasal bir sistem olarak Hitler’in Avrupa Entegrasyonu ideali taşıdığı söylenemez.[9] Hitler Pan-Avrupa idealinden çok Pan-Almanizm idealini taşıyan bir liderdi.

II.Dünya Savaşı Esnası ve Sonrası Avrupa Entegrasyonu Çalışmaları

1930’ların faşizmi ve İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da getirdiği yıkım 1940larda Pan Avrupacılığı yeniden alevlendirdi. İki kıta içi savaşın da tüm dünyaya yayılması ve unutulmayacak trajedilere malolması Avrupa entegrasyonun artık savaşla değil barışla demokrasi, hukuk gibi temellere dayandırılarak gerçekleşmesi gerekliliğini insanlar daha bir anlamış ve bütünleşmenin barışa hizmet etmesi gerekliliği bilinci oturmuştu.

Savaş öncesi Pan-Avrupa mirası ve savaş esnasındaki direniş hareketleri savaş sonrası Avrupa bütünleşmesi için sağlam bir dayanak oluşturdu. Hemen hemen her görüş ve ülkeden siyasetçiler politik ve ekonomik bir entegrasyonu artık gerçekleşmesi gereken bir olgu olarak görüyorlardı.

İtalya’nın Ventotene adasında bir mahkum olan Altino Spinelli, 1940-41’de ‘Özgür ve Birleşik Avrupa” manifestosunu hazırladı. Ateşli bir federalist olan Spinelli, Musolli’nin gitmesiyle birlikte serbest kaldı ve İsviçre’de yapılacak olan Avrupa direnişi temsilcilerinin katıldığı bir toplantıya dahil olmak için Cenova’ya hareket etti. 1944 Yılında yapılan bu toplantıdan ‘Avrupa Direnişi Taslak Deklerasyonu’ ve ‘Avrupa Halkları için Federal Birlik’ fikri çıkmıştır.[10] Winston Churchill’in1946 Eylül’ünde Zürih Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada kullandığı Avrupa Birleşik Devletleri ifadesi Avrupalılara moral vermişti. Churchill kıtadaki meslektaşlarından farklı olarak çok daha fazla limitli bir Avrupa entegrasyonunu savunuyordu. Churchill’in kurduğu ‘The United Europe Movement’ Spinelli’nin ‘Union of European Federalists’ den bu yönüyle ayrılıyordu.

1948 Yılında Lahey’de 16 ülkeden 600 etkili Avrupalı’nın katıldığı büyük bir Avrupa Kongresi yapıldı. Federalistler de birlikçiler de Avrupa entegrasyonu için bir Avrupa Parlamentosu’na ihtiyaç olduğu kanısında buluştular.[11] Kongreden bir yıl sonra Avrupa Konseyi kuruldu.

Bu çalışmaların başlarda uzağında duran Jean Monnet diğerlerinden farklı olarak elitist ve pragmatistti. Onun Avrupası fonksiyonel entegrasyon sonucu olmalıydı. Avrupa Federasyonu’nu başarmanın anahtarı ulusal sınırları kaldırıp üye ülkeler arasında çeşitli sektörlerde ortaklık olmalıydı. Bu yüzden kararlar Avrupa Kongresi’nde değil, hükümetlerin güçlü bakanları ve kabinelerinde alınmalıydı. Monnet Fransa’nın ekonomik olarak yeniden kalkınmasının tek başına güçlükle yapabileceğini biliyordu ve bu yüzden hem dış desteklere açık hem de ürünlerin pazarlara serbest bir şekilde ulaşabileceği bir birlik tasarlıyordu.[12] Özellikle Monnet’nin Fransa’nın ekonomik iyileştirmesini Almanya’yı da dikkate alarak kömür ve çelik maddelerine hakim olabilecek şekilde planlanlıyordu.

Soğuk Savaş, Marshall Planı ve Avrupa Entegrasyonu

1948-1951 yılları arasında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülkeye Amerika Birleşik Devletleri tarafından (ABD) yapılan ekonomik yardım ABD’nin Avrupa entegrasyonunu cesaretlendiren en önemli enstrüman olmuştur. Marshall Planı, giderek alevlenen Soğuk Savaş ve Doğu Avrupa’da Komünist Partiler’in teker teker ülkelerinde iktidara gelişleri karşısında en azından Batı Avrupa’yı kendi tarafına çekme çabası olarak görülmüş ve ABD’ye Sovyetler Birliği karşısında Avrupa’da bir etki alanı oluşturmasını sağlamıştır. Planın finansal dağılımını gerçekleştirmek amacıyla kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Organizasyonu (OEEC) ekonomik maksatla gerçekleşmiş entegrasyon unsuru olmuştur.

Avrupa’da komünist partilere destek Soğuk Savaş’ın şiddetlenmesi özellikle Şubat 1948’de Çekoslavakya’da Komünist İhtilalin gerçekleşmesi ve Berlin Duvarı’nın inşasına başlanılmasından sonra büyük oranda arttı. Aynı zamanda savaşın ekonomik izlerinin hala silinememiş olması, 1946 yazındaki kuraklık ve 1947 kışının dondurucu soğukları Komünist partilerin güçlenmesine sebep oldu. Bütün bunlar dışında dışarıda Sovyet tehtidi, içeride ise Komünist sübvansiyonu Batı Avrupa ülkelerinin birlikte hareket etmesine ve Amerika Birleşik Devleti’ne yakınlaşmasını hızlandırdı.

Fransa’nın 1949 ve 1950’de geçirdiği birtakım sıkıntılar Monnet’i kömür ve çelik konusunda ulusüstü bir yapılanmaya gidilmesinin daha iyi olacağı kanaatine vardırdı. Monnet bu konudaki görüş ve çalışmalarını hem dönemin Fransa Başbakanı Réne Pleven’e hem de Dışişleri Bakanı Robert Schuman’a sundu. Bu görüşler Paris’te netleştirilip detaylandırıldıktan sonra Almanya’ya, Adeneur’e sunuldu ve destek gördü. Hatta dönemin Alman Şansölizesi Adeneur başlarda tam bir Fransız Alman Federasyonu fikrini öne sürse de bu görüş Paris’ten döndü ve bu süreçlerin ardından 9 Mayıs 1950’de Schuman Deklerasyonu ortaya çıktı.


[1] Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans öğrencisi

[2]

[4] Matthew D.Zarzecny, Napoleon and the Unification of Europe

[5] Doç.Dr.Yaşar Hacisalihoğlu, AB’nin Jeopolitik kimliği, Avrupa Birliği dersleri s.229, Nobel Yayınevi,2004, Ankara

[6] Guiseppe Mazzini, Avrupa’da demokrasi üzerine makaleler

[7] Pan Europa, Kalegi Coudenhove,1923 Vienna

[8] Aristide Briand’ın Milletler Cemiyeti Genel Toplantısı’nda yaptığı konuşma, Cenova, 5 Eylül 1929

[9] Hitler’s European Union, David Pryce-Jones, July 2008

[10] Ever Closer Union An introduction to European Integragion, Desmond Dinan, Palgrave Publishing,2005 Hampshire

[11] Ever Closer Union An introduction to European Integragion, Desmond Dinan, Palgrave Publishing,2005 Hampshire

[12] Ever Closer Union An introduction to European Integragion, Desmond Dinan, Palgrave Publishing,2005 Hampshire

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Son Yayın

Kamu Diplomasisi: İnsani Diplomasi, Küresel örnekler ve Türkiye

İNSANİ DİPLOMASİ Fatih BAYEZİT Yazarlar: Alan Henrikson; Jozef Batura, Ahmet Davutoğlu, Mehran Kamrava, Fuat Keyman, Reşat Bayer D...