1923- 1939 Yılları Arası Türk Dış Politikası


1923- 1939 Arası Türk Dış Politikası


"BU KONUNUN POWERPOINT SUNUSUNA BURAYA TIKLAYARAK ULAŞABİLİRSİNİZ."

I) ULUSLARARASI ORTAM VE DİNAMİKLER
İki savaş arası 2 önemli gelişme

a) Revizyonist – Statükocu Kavgası


Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren Versay Antlaşması’nın katı oluşu başta Almanya olmak üzere ülkelerde Versay’ın zincirlerinden kurtulma mücadelesi başlattı. Bununla birlikte Avrupa kıtasında yeniden Almanya ve Fransa – İngiltere arasında mücadeleler başladı.

b) 1929 Ekonomik Buhranı
* Orta vadedeki sonuçları

Ekonomik bunalım ortamında sürekli savaşan Avrupa enerjisini tüketti ve ‘merkez’ olma konumundan çıkıp zamanla da ABD ve SSCB’nin ardından ikincil duruma gelmeyi kabul etmiştir.

*Kısa vadedeki sonuçları

Bunalıma giren ‘merkez’in artık kıta içinde bir Pax oluşturabilme yetisini yitirmesi sayesinde müdehalelerden kurtulan ‘çevre’ ülkeler ciddi bir göreli dış özerklik kazanmıştır.


Uluslararası Ortamın Türkiye’ye Getirdikleri


1) Türkiye göreli dış özerklik kazanabilen çevreden biri haline gelmiştir.
2) Revizyonist – statükocu kavgasından iki tarafın da Türkiye’ye yakınlaşmaya çalışması bu süreçte Türkiye’ye stratejik önem ve hakeret alanı sağlamıştır.
İç Ortam ve Dinamikler

Dönemi incelediğimizde ekonomik siyasi olarak 1923 – 30 ve 1930 – 39 aralığını ayrı ayrı dikkate alınması gerekmektedir.



A) 1923 – 30 Dönemi ve Liberalizm

Ekonomi
* Türkiye’de iki savaş arası dönem her alanda devletin güçlü olarak müdahil olduğu düşünülür ancak bu daha ziyade 1930 – 39 dönemi için geçerli bir tanımlamadır.
* Türkiye’nin 1923 – 30 ekonomisi daha Lozan Konferansı devam etmekte iken Şubat – Mart 1923’de İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmştir. Egemen sınıf konumunda bulunan ‘toprak sahipleri’ ve ‘tüccarlar’ kongreye hakim olmuş ve 20li yıllar boyunca izlenecek adımları ve ilkeleri belirlemişlerdir.

a) Liberal Ekonomi

İzmir İktisat Kongresi sonucundan ekonominin dışa açık olması ve yabancı sermayeye hoşgörü ilkesi çıktı. İncelendiğinde bu sürecin Türkiye Cumhuriyet tarihinin en açık dönemi olduğu görülmektedir.
- Bu dönemde yabancı şirketlere tekel niteliğinde büyük imtiyazlar verilmiştir.
- 1923 – 30 arasında kurulan 210 ananonim şirketin 3’te 1’i yabancı sermayenindi ve bunlar şirketlerin %51’ine sahipti.
- Sanayi şirketlerinde ise yabancı sermaye Türklerinkinin neredeyse iki katıydı.(Kayder, s.79)
- Yabancı sermayeye bu denli bağımlılık içte sermayenin olmayışından kaynaklanıyordu.
- 1923 – 30 döneminin bu dışa bağımlılığının iki önemli nedeni;
1) Lozan’dan kaynaklı 5 yıl boyunda gümrük vergilerinin arttırılamayışı;
2) Aferizm denilen yolsuzluk akımıdır.

Siyaset
Bu dönemde Mustafa Kemal ve arkadaşları için üç önemli konunun çözüme kavuşturulması gerekmekteydi;

a) Alternatif liderlerin ve Kurtuluş Savaşı koalisyonlarının tasfiyesi

· İtihatçı sivilve askeri alternatif liderler 1925 Şeyh Sait İsyanı ve 1926 İzmir suikasti ile
· İslamcılar 1924 Hilafetin kaldırılması ile
· Komünist ve Kürtler de 1925 isyanı sonrası tasfiye edildi.
1927 Yılına gelindiğinde Mustafa Kemal büyük nutkunu ülkeye tam hakim olarak okuyabiliyordu.

b) Batıcı Reformların Yapılması

* 1924 - Halifeliğin kaldırılması
* 1926 – Medeni Kanun
* 1927 – Ceza Kanunu
* 1928 – Harf Devrimi ve Devletin dini İslam’dır ibaresinin anayasadan kaldırılışı ile batıcı reformların birçoğu yapılmış oldu.

c) İç Güvenlik Sorunu

Milliyetçi Kürt ayaklanmaları iç güvenlik sorunu oluşturmaktaydı, 1937 yılında Dersim harekatı sonrası ülkenin doğusuna tam olarak hakim olunabildi.

Sonuç
Bu dönemde dış politika ve yolsuzluklar pek önemsenmedi ancak 1930 Serbest Fırka olayında halkın ne kadar bunalmış olduğu anlaşılınca devlet bir yandan yolsuzlukların temizlenmesi ve 1929 ekonomik buhranını denetim altına alabilmek için ‘Devletçilik’ ilkesi yolunda ‘İthal İkame Sanayileşme’ sürecini başlattı.

B) 1930 - 39 Dönemi ve Devletçilik
Ekonomi
* Yolsuzluklar ve dışa eklemlenmiş ekonomi 29 krizi ile ülkede çok sıkıntılar doğurmuş ve Serbest Fırka şoku ile yeni bir döneme girilmişti. Bu dönemde devrimci kadronun siyasi hesaplaşmaları bitmiş, Kürt ayaklanmaları bastırılmış, başlıca reformlar tamamlanmış ve Lozan’ın 5 yıllık gümrük artışı yasağı sona ermişti.
* 1929 Bunalımının da zorlamasıyla devlet eliyle bir sınayileşme programı başlatıldı. SSCB’den genel planlama yardımları ve kredilerle yeni iş alanları açıldı.
* İthal İkame Sanayileşme ile ülke dışa kapandı ve dış göreli özerklik için ekonomik temel sağlandı. Bu dönemde 1930 öncesi dış ticaret açıkları kapandı ve hatta dış ticaret bilançoları fazla vermeye başladı.

Siyaset

* Yeni alanların tarıma açılması, krize rağmen yılda ortalama 200 km demiryolu inşaa edilmesi gibi hamleler ekonomiyi canlandırsa da halkta gözle görülür bir iyileşme sağlamamıştı. Bu neden bu süreçte rejim ulusu inşaa (nation building) projesinde ideolojiyi devreye soktu. (Kuyaş, s9-10) Okullar ve halkevleri açıldı. Yine bu dönemde Türk Tarih tezi gibi projeler ortaya atıldı.
1930 Sonrası rejim ideolojik mekanizmayı kurarken İtalya, Almanya ve SSCB’nin otoriter yapılarından alıntılar yaptı. Tek devlet (Ein Reich – Türkiye Cumhuriyeti), Tek Millet (Ein Folk – Türk Milleti), Tek Parti (Ein Partie – CHP), Tek Şef ( Ein Führer – Atatürk) ve tek ideoloji de Kemalizm’di.
Ancak Türkiye’nin özgül şartlarından ve Atatürk’ün gerçekçiliğinden kaynaklanan farklar mevcuttu.
· Türk milliyetçiliği Türk sınırlarından dışarı çıkmayacka ve bir Pan-milliyetçiliğe dönüşmeyecektir.
· Rejim, milliyetçiliği emperyal olmak için değil, emperyalizme karşı ayakta durabilmek için kullandı.
· Otoriter yapı kuruldu ancak Atatürk’ün kafasındaki Batı modeli İngiliz modeli olduğundan sonunda demokrasi ile sonuçlandı.
· Ulusal burjuvazi denetim altında tutuldu.
· Avrupa nazizmi ve SSCB sosyalizminde devlet tek partinin denetimindeyken, Türkiye’de tek parti devletin denetiminde kalmıştır.
· Rejim Avrupa’daki örneklerinin aksine paramiliter örgütler kurmamıştır.

Sonuç olarak bakıldığında bu dönemde Türkiye’nin siyasal olarak Almanya ve İtalya’ya değil İngiltere ve Fransa’ya daha yakın politikalar izlediği ve ekonomik olarak rasyonel kararların alındığı görülmektedir.

C) Dönemin Dış Politikası

Bu dönemdeki üç tartışma

1) Türk Devrimi Üçüncü Dünyacı mı Batıcı mı?

Bu dönemde Atatürk’ün ‘mazlum millet’ kavramını pekiştiren anti-emperyalist bir çok sözü vardı ancak bunlar Batılı olmayan diplomatik ortamlarda ve Kurtuluş savaşı öncesi söylenmiş sözlerdi. Atatürk’ün gerçekçi politikası Batıcıydı ve hilafetin kaldırılması sonrası da görülmektedir ki Türkiye’nin İslam ülkeleriyle ilişkileri 1933’e kadar sıcak olmadı.

2) Türk Devrimi anti-emperyalist midir, değil midir?

Bazı yazarlar Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist olmadığını, saaşın batıyla değil Rum ve Ermenilerle yapıldığını söylemektedir. Hatta savaşın içinde batıya bazı imtiyazların da verildiğinden bahsedilmektedir. Türk Devrimi anti-kapitalist değil aksine devrim sisteme dahil olmak üzere kurulmuştu. Ancak vatanı uluslararası kapitalizm eliyle değil ülkeyi kalkındıracak milli kapitalizm öne çıkmış ve kar makmizasyonu hedeflenmişti. Atatürk’ün batıcılığı ‘bağımsızlık içinde batılılaşma’ idi.

3) Türk Devrimi yayılmacı mıdır?

Misak-ı Milli sınırlarının esas alındığı bir devrimdir Türk Devrimi. O yüzden Türk Devriminin yayılmacı olmadığı söylenebilmektedir. 1939 Yılında Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı ise yayılmacı politikanın ürünü olarak görülemeyeck kadar ayrı bir olgudur.

Doğu’da Dış Politika : Kürt Sorunu

Türkiye bağımsız İran’la, İngiltere mandası altındaki Irak’la ve Fransız mandası altındaki Suriye ile çeşitli dostluk, güvenlik, iyi komşuluk, saldırmazlık antlaşmaları imzaladı. İran, Irak ve Afganistan ile de Sadabad Parktı imzalandı.(1937)
Bu dönemdeki en büyük güvenlik sorununu ve doğudaki dış politika gündemini Kürt aşiretlerin denetimi oluşturuyordu. Kürt ayaklanmacılar bir sınırdan diğerine rahatlıkla geçebiliyorlardı. 1930 Yılında Türkiye, İran’a ait Küçük Ağrı dağını çevirmiş ve bu iki ülke arasında krize neden olmuştu. Türkiye nihayetinde İran’a Küçük Ağrı büyüklüğünde verimli bir araziyi vermesiyle bu sorun aşılmış oldu.

Batıda Dış Politika : Denge / İttifak Sorunu

İttifaka girilmesi Türkiye’yi uydu devlet haline getirebileceğinden bu dönemde ittifaklara dahil olma yerine bloklararası denge arayışı politikalarına yöneltmiştir. Bu dönemde 3 grup devletten söz edilebilir;

Ülkeler
Türkiye’nin Stratejisi
İngiltere-Fransa
- Bu grupla olan sorunlar çözümlenmeli
* Musul’un verilmesi sonucu İngiltere ile çözüme varıldı. (1926)
* Yunanistan’la dostluk ilişkileri kuruldu. (1932)
* Milletler Cemiyeti’ne giriş (1932)


Almanya – İtalya
- Bu gruba ve İtalya’nın tehditlerine uzak durulmalı
* Faşist İtalya’nın Akdeniz tehditleri ve Antalya üzerindeki açık tehditleri
* Enver Paşa’nın Almancı yaklaşımının da Mustafa Kemal’in bu ülkeye daha sevimsiz yaklaşmasına neden olmuştu.
SSCB
* Büyük dostluklar gelişti.
* Devletçi planlanmada SSCB’nin büyük destekleri oldu.
* SSCB Türkiye açısından 1. ve 2. gruptaki ülkelere karşı denge unsuru olmuştur.

Türkiye İngiltere ve Fransa ile itifak arayışına girip SSCB’yi de buna dahil etmeyi mükemmel strateji olarak görüyordu.

İttifak Arayışı

1939 Yılında Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile yaptığı ittifaklar aslıda Atatürk dönemi dış polikasının devamı niteliğindedir.
B A T I    A V R U P A       İ L E    İ L İ Ş K İ L E R




I) İNGİLTERE İLE İLİŞKİLER
Genel Hatlar

* İngiltere ile ilişkiler başlarda manda yönetimleri aracılığıyla devam etti.
* Musul dışında İngiltere ile 1920’ler boyunca bir sorun yaşanmadı.


a) Lozan Sonrası Gelişmeler



* 20 Kasım 1922’de açılışı yapılan Lozan Konferansı’nda asıl çekişme İsmet Paşa önderliğindeki Türk Heyetiyle Lord Curzon önderliğindeki İngiliz Heyeti arasında yaşanmıştır.


Lozan’da İngiltere ile sorun olan iki önemli konu;


1) Elçilik sorunu

İngiltere Ankara’da bir elçilik açmak istemiyor ve elçiliğini halen İstanbul’da bulunduruyordu. Bu aslında yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıma konusunda hala İngiltere’nin sıkıntılı olduğunun bir göstergesi idi. İngiltere bazen Ankara şehrine hakaretler yağdıracak kadar diplomatik dilden uzaklaşıyordu. Türkiye, İngiltere’ye Ankara’da elçilik kompleksi için ücretsiz arazi temin etse de İngiltere’nin elçisini Ankara’ya göndermesi Musul sorununun kendi lehine çözülmesi sonrasında gerçekleşmiştir. (1926)s

2) Musul Sorunu

Musul 1990’larda bile gündeme gelen ayrıca dönemi itibariyle Türk dış polikiasını etkileyen en önemli unsur olmuştur. Musul’un 1918’de Osmanlı elinde oluşu ve 3 – 15 Kasım arasında İngilizler tarafında işgal edilmesi sorunun en temel unsurlarından birini oluşturmaktaydı.

Musul’un Önemi

Türkiye açısından
İngiltere açısından
- İnsani boyut
- Petrol
- Hint yolu üzerinde olması
- Petrol kaynaklarına sahip olması



a) Lozan’da Musul Sorunu

Lozan’da İsmet Paşa L.Curzon’a yaptıkları başbaşa görüşmede Anadolu’nun fakir olduğunu ve petrol gelirlerine ihtiyacı olduğunu söylemiş Lord Curzon ise bunu kabul etmemiş ve Musul yerine Türkiye’nin Londra’dan kredi almasını ve bunu İngilz petrol şirketleriyle görüşmesini önermiştir. Bunun üzerine 23 Ocak 1923’teki oturumda Musul konusu Konferans’ın gündemine geldi.

Konular
Türk Görüşü
İngiliz Görüşü
Etnografi
* 263.000 Kürt, 146.000 Türk olmak üzere 500.000 nüfus
* Türkler ve Kürtler birarada yaşamak istemekte.
* Kürtlerin Turan soyundan geldikleri iddia edilmekte.
* TBMM’deki Kürt Milletvekilleri de Musul’un Türkiye’ye bağlanması yönündeki ısrarları
* Musul’un Arap nüfusu Irak’a bağlanması için yetersiz.
* Türkiye’nin vermiş olduğu rakamlar doğru değildir. Kürt nüfus 455.000, Türk nüfus 66.000’dir.
* Türkler nüfusun 1/12sini oluşturmaktadır.
* Türklerle Kürtler ayrı ırktır.
Hukuksal
* Musul ateşkesten sonra işgal edilmiş ve uluslararası hukuk ve Wilson İlkeleri ile çelişmektedir.
* 8 Ekim 1922 Antlaşması ile Irak’a toprak bütünlüğü konusunda garanti verdiğini ve bunu ihlal edemeyiz.
* Ayrıca İngiltere Musul’a girdiğinde ateşkesin   sağlandığından haberdar değildi.
Tarihsel
* Musul, 11.YY’dan beri Türklerin yönetiminde kalmıştır.
Coğrafi
* Musul Anadolu’nun uzantısıdır.
* Musul Türkiye’ye dahil olursa sınır Bağdat’ın 60 km uzağından geçecek ve bu da Irak için güvenlik tehdidi oluşturacaktır.s
Ekonomik
*Musul ekonomik olarak Diyarbakır ve Akdeniz limanlarına bağlıdır. Irak ekonomisi içinse Basra ve Bağdat yeterlidir, ancak Türkiye Musul’un varlığına ihtiyaç duymaktadır.
* Musul ekonomik olarak güney ve batıyla bağlantı halindedir.




Musul sorunu Lozan Antlaşmasının 3/2. maddesiyle Lozan’ın gündeminden çıkarılmış ve İngiltere ile Türkiye’nin 9 ay içinde kendi aralarında anlaşmaya gitmelerini hükme bağlamıştır. Dokuz ay içinde herhangi bir anlaşma sağlanamazsa konu Milletler Cemiyeti’ne taşınacaktır.

b) Haliç (İstanbul) Konferansı

İngiliz hükümetinin başvurusu üzerine 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da toplanıldı. Türkiye benzer tezler ileri sürerken İngiltere Musul’un yanısıra Hakkari’yi de istedi. Bu konuyu MC’ye götürmek için başarılı bir diplomasi atağıydı ve sonuçta konu MC’ye taşındı.

c) Milletler Cemiyeti’nde Musul Sorunu

20 Eylül 1924 Günü Milletler Cemiyeti Musul sorununu görüşmek üzere toplandı. Türkiye konunun plebisitle çözülmesini isterken, İngiltere konunun Musul’un geleceğiyle ilgili olmadığını ve halkın cahil olduğunu öne sürerek plebisite karşı çıkıyordu.

Komisyon Raporu

Milletler Cemiyeti İngiltere’nin talebi üzerine tarafsız devletlerden oluşan 3 kişilik bir komisyon kurdu. Komisyon Musul’u Hakkari’den ayıran bir hat çekti ve bu hat ‘Bruxelles Hattı’ olarak anıldı.(29 Ekim 1924)

Komisyon Raporu

· Irak’ın istatistikleri geçerlidir.
· Kürtler ne Türk ne Arap’tır.
· Türklerin 11.Yüzyıldan beri süren hakimiyeti kabul edilmiştir.
· Kürt aşiretleri yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmak yerine güçlü bir İngiliz mandasından yana tavır takınmaktadırlar.
· Halk iki tarafa karşı da nötrdür.
· Bruxelles Hattının güneyi Irak’a bırakılmalıdır.


Musul Meselesi’nin Türkiye’nin Aleyhine Sonuçlanmasının Nedenleri

1) Milletler Cemiyeti’nin İngiltere’nin lehine karar vermesinin en önemli nedeni Türkiye’nin örgüte olmadığı bir dönemde İngiltere’nin en önemli üye devletlerden birisi olmasıdır.
2) Türkiye Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış ve Musul için İngiltere’yle yapılacak bir savaşı göze alamamıştı. SSCB’nin bu savaşta Türkiye’ye vereceği destekten emin olunamamış, ayrıca İngiliz istihbarat ajanlarının İtalya’nın Yunanistan’la birlikte Trakya’ya saldıracağı haberlerinin yayılması üzerine Türkiye’nin girişeceği bir savaşta beklenmedik bir şekilde iki ayrı cephede savaşacağı düşüncesi yayılmıştı.
3) Türkiye’nin MC Adalet Divanına temsilci göndermemesi ve Estonyalı generali ülkeye sokmaması, Türkiye’de Hristiyanlara baskı yapıldığı iddiasını güçlendirdi.
4) Musul sorunu çözümlenmesi aşamasında Şeyh Sait İsyanı’nın başlaması Türkiye’yi diplomatik anlamda zora düşürmüş ve hem askeri hem de diplomatik olarak zayıflatmıştı. Bu ayaklanma sonucu Türkiye’nin Kürtlerle beraber yaşabiliriz tezi İngilizler tarafından bu ayaklanma öne sürülerek zayıflatılmıştı.
5) Doğrudan olmasa da dolaylı bakıldığında Hilafet’in kaldırılması Türkiye’nin bu sorunda aleyhine olmuştur. Şeyh Sait Hilafetin kaldırılmasıyla Türklerle Kürtler arasındaki bağın koparıldığını belirtmiştir. Türkiye ayrıca Milletler Cemiyeti’nde kendisine müslüman ülkelerin tepki göstermesinden de çekinir olmuştu.
6) Türkiye artık bir an önce Batılı devletlerle sorunları işbirliği aşamasına gelmek istiyordu. Sınır sorunlarını halledip içeride reformların yapılabilmesi için Musul sorununun bitmesi gerekiyordu. Musul sorun oldukça Fransa’yla da olumlu işbirliği geliştirlememekteydi. (Örn. 1926 Fransa-Türkiye Antlaşması Musul sorununun devam ettiği gerekçesiyle Paris tarafından onaylanmamıştı.)


1926 Antlaşması ve Türkiye’nin Sınırı Kabul Etmesi

Türkiye MC’nin aldığı kararı tanımadığını açıklasa da sonunda İngiltere ile anlatmaşma yapmak üzere görüşmelere başladı. Türkiye bu süreçte iki talepte bulundu

1) Bruxelles Hattı’nın güneyinin Bağımsız Irak’a bırakılması (Bu girişim sonuç vermedi)

2) Bölgedenki petrolden pay


* Yapılan görüşmelerden Türkiye’ye 500.000 Sterlin ve Irak’ın petrol gelirinden 25 yıl süreyle Türkiye’ye %10 pay verilmesi gündeme geldi. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü bu rakamı az buldu.

Yapılan görüşmeler sonucu 5 Haziran 1926’da Ankara’da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında 
“Türk- Irak Sınırı ve İyi Komşuluk Antlaşması” imzalandı.
Anlaşmanın

a. Birinci Bölümünde sınır belirlendi ve Bruxelles Hattında Türkiye lehine küçük bir değişiklik yapıldı.

b.İkinci Bölümde iyi komşuluk ilişkileri düzenleniyor ve 6-13 maddeler arasını içeriyordu.

c. Üçüncü Bölüm Genel Hükümleri içeriyordu. “..Irak Hükümeti .. Antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak 25 yıl süreyle .. petrol gelirlerinin %10’unu Türkiye Hükümeti’ne ödeyecektir”. (Md.14) Sonradan antlaşmaya eklenen ek-madde 17’de ise Türkiye isterse bu 25 yıl boyunca %10luk hissesini 12 ay içinde paraya dönüştürebilecek ve bunu bildirdikten 30 gün içinde Irak hükümeti Türkiye’ye 500.000 İngiliz Sterlin’i ödeyecekti.

Antlaşmanın Mali Yönü ve Sonucu

Antlaşmada Türkiye bölgede kalan Türkmenler için herhangi bir azınlık hakkı kazandıramamıştı. Bunun nedenleri Türk-Kürt ayrımının olmadığı iddiası ve içeride Kürt azınlık meselesinin gündeme gelebilmesidir.
Türkiye anltlaşmanın imzalanmasından sonra hem İngiltere, Fransa hem de Irak’la iyi ilişkiler geliştirmeye başladı.
Sonradan getirilen 17.Maddeye istinaden Türkiye o dönemde %10luk hissesinden 500.000 Sterlin karşılığında vazgeçmiştir. Ancak sonradan yapılan araştırmalar Türkiye’nin 500.000 sterlin alarak paydan vazgeçmediği ve petrol gelirinden yıllık pay almayı tercih ettiği görülmektedir. “1934-58 döneminde yirmidört yılın Bütçe Kanunları ‘B’ cetveline ve 1959-85 döneminde de Bütçe Kanunu maddeleri içine Musul petrolleri için gelir tahmini konulmuş..”
Türkiye’ye 1955’e kadar ödenmesi gereken 29.520.000 Sterlinden 3.500.000’i ödenmiştir. Bu yüzden Türkiye yaklaşık 26.000.000 Sterlinlik kısmı bütçesi içinde Irak’tan alacak olarak göstermiş fakat dönem dönem bu fasıl Irak’la geliştirilen ilişkilerle doğru orantılı olarak kaldırılmıştır. En son Özal iktidarı sırasında 1986 yılından itibaren bu alacak bütçeden tamamiyle silinmiştir.

1930’LARDAKİ GELİŞMELER

Orta Doğu Dengeleri
Avrupa Dengeleri ve 1929 Ekonomik Buhranı
Türkiye
Filistin’de artan Yahudi yerleşimleri ve tepki olarak gelişen Arap milliyetçiliği
*Musollini İtalya’sı ve Hitler Almanya’sının oluşturduğu revizyonist cephe. Versay sınırlarının ihlali; İtalya’nın Habeşistan işgali.
*Almanya’nın Türkiye’ye yakınlaşma politikası ve İtalya’nın Akdeniz faaliyetleri sonucu İngilitere’nin gözünde Türkiye’nin öneminin artması
* Ekonomik buhranın etkileri ve kıtada kamplaşma süreci
Türkiye içteki reformlarını büyük ölçüde tamamlamış ve Lozan’dan kalan sorunları da geride bırakmıştı.
İtalya’nın 1930larda geliştirdiği Akdeniz politikası Türkiye’yi revizyonist cepheden uzaklaştırdı.
* Bu dönemde İngiltere, Türkiye’nin revizyonist cepheye kaymasından kaygı duydu.
Bunların dışında Türkiye’nin Yunanistan ile yaptığı anltaşamanın İngiltere’de olumlu karşılanması ve SSCB’nin de Fransa ve İngiltere ile işbirliği arayışında olması Türkiye-İngiltere ilişkilerine olumlu yansıdı.

1) Doğrudan İşbirliği

Türkiye İngiltere ile 1930lardan itibaren doğrudan işbirliğine başlamıştır. Bunun da iki ayağının birincisinin ekonomik ikincisinin ise siyasal yakınlaşma ve ittifak ilişkisi olduğu görülmektedir. Yine bu dönemde Türkiye üzerinde Almanya ve İngiltere’nin açık rekabeti görülmektedir.
İngiltere
Almanya
Türkiye
* 1935’te Türkiye ile imzalanan ticaret antlaşması neticesinden Türkiye’deki demiryollarının bakımı ve tarımsal alanda sulama tesisleri konusunda İngiliz firmalarına öncelik tanındı.
* Montrö Konferansı’nda Türkiye yanlısı tavır takınılmış ve Boğazların silahlandırılması ihalesini de İngiliz firmaları almıştır.
* Mayıs 1938’de Türkiye’ye 16 milyon sterlinlik bir kredi açıldı.
* Karabük D.Ç.işletmeleri yapımında uygun teklifler hazırlandı.
* Ekim 1938’de Türkiye’ye 150 milyon Marklık bir kredi açıldı.
*1936’da Karabük Demir-Çelik işletmelerinin yapımı için Alman Krupp firması daha iyi öneri yapmasına rağmen İngiliz Brassert firmasına verilmiştir. Ancak kordinatörlük Almanlara verilerek bir denge de sğlanmıştır.
Türkiye İngiltere ve Fransa ile aynı dönemde İltaya’nın Akdeniz’de bir tehdit oluşturması üzerine daha da yakınlaşmıştır.

2) Türk – İngiliz Akdeniz Antlaşması

İtalya’nın Ege adalarını silahlandırmaya başlaması ve Haberşistan’ı işgali İngiltere’yi endişelendiriyor ve Türkiye’ye daha bir yakınlaştırıyordu. İtalya’yı yanına çekme ihtimali üzerinde duran İngiltere İtalya’yı kızdıracak bir oluşum içinde girmekte tereddüt etse de Türkiye’nin de MC’nin İtalya’ya uygulanması gereken tedbir ve yaptırım kararlarına katılması sonrası İtalya’nın açık tehdidiyle yüzleşmesi sonucu İngiltere Fransa, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye bu karara katıldıklarından ötürü İtalya’nın saldırısına uğramaları durumunda yardım edeceği garantisini verdi. İtalya’ya yapılan yaptırımların 1936’da kaldırılmasıyla birlikte İngiltere de bu garanti antlaşmasını tek taraflı olarak kaldırdı.

2) İngiltere Fransa Türkiye Yakınlaşması

İtalya’nın Arnavutluğu işgali ve Çekoslavakya’nın da Alman kontrolüne girmesi sonucu zaten Eylül 1938’de Paris’de başlamış olan Fransa – Türkiye görüşmeleri daha da hızlanmış ve İngiltere’nin de görüşmelerden haberdar olması ve dahil olması sağlanmıştır.
12 Mayıs 1939’da Ankara’da imzalanan Türk-İngiliz Deklerasyonu hem Avam Kamarasında hem de TBMM’de okunarak dünyaya ilan edildi.
Fransa ile Hayat sorunu yüzünden aynı deklerasyonun ilanı daha sonraki bir tarihe kalmıştı. Nitekim Türk-İngiliz ve Fransız ittifak antlaşması 19 Ekim 1939’da imzalandı ve II.Dünya Savaşı’nın başladığı bir ortamda bu iki ülke Türkiye’nin gücünü arttırma kaygısı ile Türkiye’ye 25 Milyon Sterlinlik bir krediyi 20 yıllık vade ile sunmuşlardı. Türkiye Kurtuluş Savaşı yıllarıdan beri ilişkilerinin iyi geliştirdiği SSCB ile bu antlaşma ile kopmuş oldu.


II) FRANSA İLE İLİŞKİLER


Milli Mücadele sonrası Fransa Türkiye ile antlaşma imzalayan ilk Batılı devlet olması açısından önemlidir. Fransa Türkiye ilişkilerini imcelediğimizde Milli Mücadele Sonrası süreçte Fransa ilişkileri konusunda en çok öne çıkan iki konu;

- Osmanlı Borçları Sorunu

- Hayat Sorunu’dur.

A) Lozan Sonrası Gelişmeler

Fransa Osmanlı döneminde elde ettiği kapitalif hakların kaldırmasını ve borçların ödenmesi gibi konuları Lozan’da ön planda tutmuş ve bu konuda katı bir tutum sergilemiştir. Lozan’da ortaya çıkan bir başka sorun da Fransız misyoner okulları konusu olmuştur. Yeni açılacak okullar konusunda Türk heyeti hiçbir taahhütte bulunamayacağını söyledi. Buradaki okullarda Türk tarihi ve dilini öğretmesi ayrıca Türk yasalarına tabi olması şartları getirilmişti.


Lozan’dan sonra Fransa ile çıkan en önemli sorun ise gene Hayat konusunda olmuştur.

1) Osmanlı Borçları Sorunu

* Osmanlı Devleti’nin tahvil satmak suretiyle en çok borçlandığı ülke Fransa’ydı.
* Lozan sonrası görüşmeler 1928 yılına dek sürdü ve Türkiye 1912 öncesindeki Osmanlı borçlarının %62sini, daha sonra alınan borçların ise %78’ini ödemeyi kabul etti.
* 1929 Ekonomik Buhranı sonrasında Türkiye ikinci taksidi ödememiş ve Osmanlı Bankasına 6 Milyon TL yatırarak ödemeleri durduğunu açıklamıştır. Bunun üzerine Ankara ve Paris’te başlayan görüşmeler sonunda 1933 yılında Türkiye lehine yapılan borçların yapılandırılmış ve Türkiye’nin borçları son taksidin yatırıldığı 25 Mayıs 1954 yılında temizlenmiştir.

2) Sancak (Hatay) Sorunu

* İngiltere’nin Antep, Urfa, Adana ve Mersin’le beraber işgal ettiği Hayat yapılan gizli antlaşmalar sonrası Fransa’nın kontrolüne bırakıldı.
* Fransa ile 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması ile Hatay Misak-ı Milli’nin dışında bırakılarak Suriye sınırı tanındı ve böylelikle Lozan’da Suriye ve Hatay sınırları konusunda pek de ihtilaf çıkmadı.
* 1921 Antlaşması Fransa Parlamentosu’nda onaylanmadığı için Türkiye Antlaşmanın Lozan’da bir kez daha teyit edilmesini istedi ve Lozan Antlaşması’nın 3.maddesinde Türkiye- Suriye sınırının 1921 Ankara Antlaşması 8.maddesinde yer alan hükümlere göre belirlendiği yazılmıştır.
* Lozan’dan hemen sonra MC tarafınan da Suriye’nin Fransız manda yönetimine katılması sonucu Fransa böl-yönet stratejisi çerçevesinde Lübnan ve Suriye’yi Şam, Halep, Sancak(Hatay) ve Lazkiye devletleri olmak üzere dörde ayırdı. Ancak Arap milliyetçilerinin çıkardıkları isyanlar sonucu Halep ve Şam devletlerini birleştirdi ve Sancak’ın da Şam Devleti’ne bağlandığını bir kararname ile duyurdu. Bu kararname Sancak’ta yaşayan Türkler, Aleviler ve Ermeniler tarafından kabul görmedi ve Sancak’ın bağımsızlık talepleri ortaya çıktı. Ancak o dönemde Musul sorunu ve Şeyh Sait İsyanı ile meşgul olan Ankara’da bu talep yankı bulmadı.
* Musul sorununun çözümlenmesinden sonra 30 Mayıs 1926 yılında Fransa ile bir sözleşme imzalandı ve Türkiye Fransız ilişkilerinin düzelmesi Sancak’ta yaşayan Türklerin de durumlarının düzelmesine olanak sağladı. Bu dönemde Sancak için öngörülen özel yönetim biçimi de devam ediyordu. Türkler bu süreçte Ankara’yı daha yakından takip etmeye başlamış ve Türkiye’de yapılan reformların aynılarını Sancak’ta uygulamaya başlamışlardır. Kısa süre içinde de Halk Partisi’ni kurarak örgütlenmelerini daha disiplinli yapmaya başladılar

9 Eylül 1936’Fransa – Suriye Manda Yönetimini Bitiren Antlaşma

* Bu antlaşma ile Fransa Suriye’deki manda yönetimini terk ediyordu. Sancak’ın özel statüsünü tehlike altına sokan bu antlaşmadan Türkiye memnun olmamıştı ve benzer bir antlaşmanın da Sancak ile yapılması gerektiğini söylüyordu.

Sandler Raporu

Türkiye’nin ısrarları sonucu MC Konseyi İsveçli Sandler raportörlüğünde, Sancak’a üç gözlemci gönderme kararı aldı. Ve Sandler’ın 1937’de MC Konseyi’ne sunduğu rapor oybirliği ile kabul edildi.
Rapora göre Sancak, içişlerinde bağımsız dışişlerinde Suriye’ye bağlı bir birim olacak, Suriye ile para ve gümrük birliği olacak. Sancak’ta resmi dil Türkçe ikinci dile ise daha sonra MC tarafından karar verilecekti. Sancak’ta yeterli jandarma ve polis gücünden başka bir güç bulunmayacak ve Sancak’ın toprak bütünlüğü garanti edilecekti.
Suriye bu karardan memnun olmayacak ve Sancak’ın Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanacaktı. Türkiye ise Sancak’ın tam bağımsız olması gerektiğini söylemekteydi.

29 Mayıs 1937 Belgeleri

Sandler raporuna uygun olarak 5 kişilik bir uzman komitesi Sancak statüsünü ve anayasasını hazırladı. Metinler 29 Mayıs 1937 MC Konseyine sunuldu ve oybirliği ile kabul edilince ‘Sancak ayrı varlığı’ hukuksal olarak kurulmuş oldu. Aynı gün Fransa ile Türkiye Sancak’ın Toprak Bütünlüğünü Güvence Altına alan ve Türkiye- Suriye Sınırının Güvenceye Alınmasına İlişkin Antlaşmaları imzalamıştır.

Sancak Seçimleri

* Sancak 1937 yılında ayrı bir varlık olarak kabul edilmişti. 15 Nisan 1938’de yapılması öngörülen seçimleri düzenlemek ve denetlemedk üzere MC tarafından Sancak’a gönderilen Seçim Komitesi Fransız manda memurlarıyla işbirliği halinde çalışması üzerine kısa sürede Sancaklı Türklerin ve Türkiye’nin tepkisini çekti.
* Atatürk Sancak meselesini şahsi mesele haline getirmişti ve Sancak’ın Türkiye’ye katılması konusundaki ısrarı devam ediyordu.
* Seçim Komisyonu’nun Türkiye’ye danışmadan bir seçim yönetmeliği hazırlaması sonucu Türkiye Fransa ile olan 1930 tarihli Dostluk Antlaşmasını feshetmiş ve güney sınırına 30.000 kişilik bir kuvvet yerleştirmişti.
* Türkiye’nin Avrupa’da revizyonist gücün artmasıyla birlikte artan önemi sonucu İngiltere’nin Fransa’ya yaptığı baskılar sonucu Fransa geri adım atmış ve MC Konseyi Sancak Seçim yönetmeliğinde Türkiye’nin istediği düzenlemeleri yapmıştı. Ancak gene durumdan hoşnut olmayan Türkiye, Fransa ile birlikte MC’ye başvurarak Seçim Komisyonu’nun çalışmalarını sona erdirmesini istemişti. Bunun üzerine seçim komisyonu Sancak’ı terk etmiş ve seçimler uluslararası denetimden çıkarılmıştır.

Hayat Devletinin Kuruluşu ve Türkiye’ye Katılma Kararı

24 Ağustos 1938 yılında yapılan seçimler sonrası 40 üyelik mecliste
- 22 Türk (aday gösterilenlerin tamamı)
- 9 Alevi
- 5 Ermeni
- 2 Arap
- 2 Rum milletvekili yer alıyordu.
2 Eylül 1938’de meclis açıldığında tüm milletvekilleri Türkçe yemin ettiler ve o güne değin Sancak ismiyle anılan devletin adını Hatay olarak değiştirerek Türk Bayrağı’na çok yakın bir bayrağı devlet bayrağı ilan ettiler. Hatay’da Türk yasaları birbiri ardına kabul ediliyor ve Türkiye’ye katılmak için uygun zaman bekleniyordu. Hatay’ın Türkiye’nin yörüngesine girmesi üzerine de başta Arap milliyetçi liderler olmak üzere Arap ve Ermeni nüfus ülkeyi terkediyordu.
23 Haziran 1939’da Türkiye – Fransız Ortak Demeci yayınlandığı gün Türkiye ile Fransa ‘Türkiye ile Suriye Arasında Toprak Sorunlarının Kesin Çözümüne İlişkin Antlaşma’yı imzaladılar ve antlaşmanın da I.Maddesinde Hatay toprakları Türkiye’ye dahil edildi. Bu antlaşma daha yürürlüğe girmeden Hatay Meclisi oybirliğiyle Türkiye’ye katılma kararı aldı ve 7 Temmuzda Türkiye’nin bir yasayla Hatay ilini kurması ile katılım tamamlandı.

Hatay’ın İlhaki ve Sonuçları

Türkiye bu süreçte herhangi bir güç kullanmadan, uluslararası hukuka saygılı şekilde diplomatik olarak yürüttüğü Hatay politikasından olumlu sonuç almış ve dönemde Avrupadaki konjonktürden faydalanarak Hatay’ı kendi topraklarına katmıştır.
Ancak Hayat ilhaki Suriye’nin uzun yıllar süren Türkiye düşmanlığına sebebiyet vermiş ve KKTC’nin ilanı sırasında da muhalefet edenlerce Türkiye’nin önüne bir toprak genişletme projesi olarak öne sürülmüştür.
Musul ve Hatay sorunu çok benzerlikler gösterse de ikisi ayrı şekilde sonuçlanmıştır. Bunun nedeni Hatay’ın Musul gibi yeraltı zenginliklerine sahip olmayışı ve 1920lerdeki Türkiye ve Avrupa’daki güç dengesi ile 1930lardaki Türkiye ve Avrupa güç dengesinin değişmiş olmasıdır.


III) İTALYA İLE İLİŞKİLER




Anadolu’da işgalci durumunda olan İtalya Ankara’ya karşı olumlu tavır içindeydi ve 1922’den itibaren de Anadolu’dan çekildi. Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkiler 1930ların başına dek sakin ve normal seyretti.


1934 sonrasında İtalya’nın yayılmacı politikasının açık bir biçimde dile getirilmesi ve uygulanmasıyla birlikte İtalya Türkiye’nin o dönemde dış politikasını en çok etkileyen ülkelerden biri olmasına sebebiyet vermiştir.
A) 1923 – 34 Dönemi

Musul Sorunu ve İtalya
Türkiye’nin Musul sorunu yüzünden İngiltere ile gerginleştiği anlarda Anadolu’ya yapılacak bir İtalyan saldırısı söylentisi bu ülkeye karşı ilk güvenlik endişelerini doğurdu. Daha önce de bahsedildiği gibi bu söylentinin İngiliz istihabarat ajanları tarafından yayıldığı bilinse de 1926 yılında Mussolini’nin Trablusgarb’ı ziyareti bu endişelerin zirve yapmasına neden oldu. İtalya ise bu dönemde sürekli olarak Türkiye toprakları üzerinde gözü olduğu iddialarını yalanlıyordu.

Musul Sorunu Sonrası İtalya’yla İlişkiler

Musul sorununun çözümünden sonra İtalya ile olumlu ilişkiler geliştirildi.
*1920lerin sonuna dek kendisini yeterince güçlü hissetmeyen İtalya Türkiye ve Yunanistan ile ittifak arayışına girmişti.

* İtalya’dan endişe duyan Yugoslavya 1927 yılında Fransa ile ittifak antlaşması yaptı.
* Balkanlarda Fransa’nın oluşturduğu Küçük Antantı (Çekoslavakya – Romanya – Yugoslavya) İtalya Türkiye ve Yunanistan ile dengelemek istemekteydi.
* İtalya – Türkiye yakınlaşması sonrası 30 Mayıs 1928’de Roma’da Tarafsızlık, Uzlaşma ve Yargısal Çözüm Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma esnasında yine görülüyor ki Mussolini’nin Türkiye’yi övücü konuşmalar yapması Türkiye açısından bir süre rahatlama sağlamıştır.

Adalar konusunda anlaşmazlık

* Meis adası ve diğer adaların statüsü üzerine çıkan anlaşmazlık üzerine iki taraf da konuyu Uluslararası Sürekli Adalet Divanına götürmeyi kabul etti. Ancak 1932’de İsmet İnönü’nün Roma ziyareti esnasında bu adaların statüsüne ilişkin bir sözleşme imzalanarak bu sorun Lahey’e götürülmeden çözüme kavuştu. Böylelikle Bodrum açıklarındaki Kara ada Türkiye’ye kalırken Meis adası İtalya’ya bırakılmıştı.

Ticari İlişkiler

Türkiye İtalya’yı bir yandan tehdit olarak algılarken bir yandan da İtalya’yla olan ticari ilişkileri geliştiriyordu.
* 1924 – 30 arasında İtalya Türkiye’nin dış ticaretinde en çok yer tutan ülke haline geldi.
* Bunun nedeni Türkiye’den ayrılan Rum ticcarların bazılarının Triste’ye yerleşmeleri ve buradan da eski bağlantılarını kullanarak ticaretlerini sürdürmeleri ve Çukurova’da üretilen pamuğun çoğunun İtalya tarafından alınmasıydı.

B) 1934 – 39 Dönemi

1930’larda Mussolini’nin yayılmacı ve faşist polikasının ağırlığını hissettirmesi sonucu Türkiye İtalya’yı yine bir dış tehdit unsuru olarak algılamaya başlamış ve buna yönelik yeni oluşumlar içinde yer almaya başlamıştır.


Türkiye’nin Kaygıları
Türkiye’nin Tutumu
İtalya’nın Tutumu
Sonuçlar
* Mussolini’nin Mart 1934’te 2.Beş Yıllık Faşist Kongresi’nde yaptığı konuşmada İtalya’nın tarihi kökenlerinin Asya ve Afrika’da olduğunu söylemesi.
* Mussolini’nin Daily Telegraph’a verdiği bir demeçte İtalya’nın bir deniz devleti olarak yaşam alanının Akdeniz olduğunu söylemesi ve o dönemde İtalya’nın
Akdeniz’e Mare Nostrum (Bizim Deniz) demesi.
* İtalya Şubat 1935’te Türkiye ve Yunanistan’la ittifak yapmayı önerdi ancak Türkiye bunu Balkan Paktı’nın işlememesi yönünde yapılan bir plan olarak gördüğü için kabul etmedi. Türkiye bir Balkan birlikteliğinden yanayken İtalya tam tersine Balkan ülkelerinin ayrı ayrı hareket etmelerini istiyordu.
* Oniki Adalarda silahlanmaya gitme ve havaalanı inşaatları
* 1935 Habeşistan’ın işgali
* Türkiye ve Yunanistan ile ittifak arayışı
* İtalya’nın Akdeniz tehdidine karşı İngiltere Türkiye ile yakınlaşıyordu. İngiltere Türkiye yakınlaşmasından rahatsız olan İtalya Temmuz 1936’da Türkiye Yunanistan ve Yugoslavya’ya güvence verdi.
* İngiltere ile İtalya Ocak 1937’de Akdeniz’de statükonun korunmasına yönelik centilmenlik antlaşması imzaladı.
* İtalya ile iktisadi ilişkiler yüksek olmasına karşın siyasal ilişkilerde istikrar sağlanamadı ve bu dönemde Türkiye’nin tehdit algıladığı devlet İtalya oldu.

IV) ALMANYA İLE İLİŞKİLER
A) Weimar Dönemi (1923-33)

I.Dünya Savaşı’nın ardından benzer kadere mahkum olan Türkiye ve Almanya Lozan görüşmelerinden sonra 3 Mart 1924’te Ankara’da imzalanan Türk- Alman Dostluk Antlaşması ile diplomatik ilişkiler resmi olarak kuruldu.
* Türkiye ve Almanya geçmişte ittifak oldukları gerçeğiyle hareket ediyor ve Türkiye gibi Almanya’da uluslararası arenada kendini yanlız hissediyor ve Türkiye’nin dostluğuna önem veriyordu.
* İngiltere ve Fransa’nın aksine Almanya’yla sorunların üzerine olmayan bir başlangıç yapılmış ve Almanya’nın Ankara’ya temsilcilik açmalarıyla bu sıcak hava devam etmişti.
* Almanya yeni gelişmekte olan Türkiye’ye özellikle mühendislik, tarım ve hayvancılık konusunda yetişmiş uzman kadrolar göndermekte ve ekonomik anlamda da ilişkileri geliştirmek istemekteydi.
Askerî alanda da Versay Antlaşması sonucu işsiz kalan Alman subaylarının Türkiye’ye gelip kıta ve Harp Okulları düzeyinde sözleşmeli olarak görev yapmaları ve Türk subaylarının da benzer şekilde Almanya’ya gönderilmeleri iki ülke ilişkilerini gözönüne sermekteydi.
Ekonomik alanda ilk bağlantı Türkiye’nin Kayseri’de uçak fabrikası kurmak için Junkers firmasıyla imzalamış olduğu antlaşma oldu. Böylelikle ülkesinde silah üretemeyen Almanya ülke dışında projeler geliştirebilecek, Türkiye ise modern hava araçları üretim çalışmalarına başlayabilecekti.
* 12 Ocak 1927’de Ankara’da imzalanan Türkiye-Almanya Ticaret Antlaşması ile iki ülke birbirlerine gümrük indirimleri yapmayı taahhüt ediyordu.


B) Nazi Dönemi (1933 – 1939)


Hilter’in 1933’de iktidara gelmesiyle birlikte Almanya’nın iç ve özellikle dış politikasında keskin değişiklikler meydana gelirken Türkiye ile olan ekonomik ilişkilerdeki yoğunluk varlığını daha da genişletmiştir.



Olumlu Tanışma


Hitler yönetimiyle ilk resmi temas Temmuz 1933’de Türk parlamenter heyetinin Almanya’ya gitmesi ile sağlanmıştır. Bu görüşmede Hitler Türk bağımsızlık savaşının kendisini aydınlattığını ve Atatürk’e de büyük saygı duyduğunu belirtmişti. Türkiye de Almanya gibi Dünya Savaşı sonundaki antlaşmalardan memnun değildi ve Almanya’nın Versay’ın bağlayıcılığından kurtulmaya çalışması başlarda sempatik gelse de Almanya’nın yöntemi Türkiye’nin dış politika anlayışından farklıydı.

Almanya Türkiye Anlaşmazlık Noktaları


Anlaşmazlık Noktaları
Nedenleri
1934 Balkan Paktı
*Almanya kendi nüfuz alanı olarak gördüğü Balkanlarda Türkiye’nin etkin olmasından rahatsızlık duyuyordu.
* Fransa’nın da bölgede Küçük Antantı’nın bulunması ve bunların kendisi gibi revizyonist bir dış politika benimseyen Bulgaristan’a karşı yapılıyor olması Almanya’yı rahatsız etmişti.
Montrö Sözleşmesi
* Sözleşme esnasında İngiltere’nin Türkiye lehine hareket etmesi Almanya’yı rahatsız etmişti.
* SSCB gemilerinin savaş esnasında rahat hareket etmesi de Almanya’yı rahatsız eden bir unsurdu
* Almanya Türkiye ile boğazlar konusunda bir ikili antlaşma yapmak istemiş ancak bu kabul görmemişti.



İyi İlişkiler

Aralarında anlaşmazlık konuları olsa da Almanya Türkiye ilişkilerinde ciddi bir olumsuzluk yaşanmadı, hatta bazen üst düzey olarak devam etti.
Almanya Türkiye’yi I.Dünya Savaşı’ndan dolayı bir silah arkadaşı olarak nitelendiriyor ve Türkiye’nin Hatay ve boğazlar polikasını revizyonist bir politika olarak görüyor ve Hatay konusunda destek veriyordu.
Almanya Temmuz 1938’de Türkiye’ye bir de Tarafsızlık Antlaşması yapmak istemiş ancak Türkiye bunu sadece komşu devletle yaptığı gerekçesiyle kabul etmemiştir.

İtalya’nın Tehdit Unsuru Olmasının Etkileri

Türkiye’nin İtalya’yı bir tehdit unsuru olarak görmesinin ardından Fransa ve İngiltere ile ittifak arayışına gidilmesi Almanya’da kaygı uyandırmış ve Almanya büyükelçisi olarak eski başbakan Franz Von Papen atanmıştı. Bu Almanya’nın Türkiye’ye verdiği önemi de göstermesi açısından önemli bir gelişmedir. Von Papen Almanya’ya İtalya’nın Türkiye’ye güvence vermesi gerektiğini söylemekte ve Almanya’nın bu konuda elinden geleni yapmasını istemekteydi.
Türkiye’nin İngiltere’yle olan yakınlaşması Almanların tepkisini çekmiş ve Almanya Türkiye’ye verilmesi gereken silahları ve savaş malzemelerinin sevkini durdurmuştu. Türkiye de buna istinaden Almanya’ya krom satışını durduracağını açıklamıştı.
İtalya ve Almanya’nın Çelik Paktı’nın 1939 da imzalanması üzerine Türkiye’nin kaygıları artmıştır. 1 Eylül’de Almanya’nın Polonya’ya saldırarak II.Dünya Savaşının başlaması üzerine Türkiye Ankara’daki Alman büyükelçiliğine tarafsızlığını koruyacağını belirtmiştir.

Ekonomik İlişkiler

Hitler’in ekonomi bakanı Schacht’ın formüle ettiği dış ticaret politikası, Almanya’nın gerekli hammaddesini doğu ve güney Avrupa’dan sağlamak ve yapılacak takas antlaşmalarıyla üretimlerinde bu ülkere satılmasını öngörüyordu. Türkiye örneğinde bu plan iyi işlemiş ve neredeyse Türkiye Hitler Almanya’sının hammadde satıcısı haline gelmiş ve Almanya için de iyi bir Pazar halini almıştır.


Türkiye’de devletçi ekonominin gelişmeye başladığı yıllara denk gelen bu aralıkta Türkiye’nin devlet eliyle büyük sanayi yatırımları gerçekleştirmesinde Almanya büyük rol oynuyordu. Ayrıca ülkenin modernleşmesi ve sanayinin gelişmesi için duyulan uzman ihtiyacının karşılanmasında da Almanya çok etkin rol oynuyordu.
· 1934’te bir Alman heyeti Türkiye’ye gelerek 20 milyon TL’lik bir kredi açmış ve bunu uzun vadeye bölmüştür.


· Almanlar Türkiye’ye kredi verirlen bir yandan da yatırımlar da yapıyordu. Uzmanlarla da ülkenin yatırımlarını destekliyordu.


* Kayseri uçak fabrikası


* İzmit Seka kağıt fabrikasının makinelerinin Almanya’dan geitirilmesi


* Alman elektrikli aletler sanayisinin yeni yatırımları


* Samsun ve İskenderun limanlarının yapımı


* Savaş başladığın Türkiye’deki Alman uzman sayısı 2000’i bulmuştu.
· Almanya Türkiye’den tarım ürünleri ve hammadde alırken sanayi ürünlerini de Türkiye’ye satıyor ve bunun da Kliring denilen bir takas sistemiyle kendi lehine işletiyordu.
· Almanya’nın Türkiye ekonomisinde tekelleşen ağırlığı ve kliring sisteminin Türkiye’nin aleyhine işlediğinin farkedilmesi üzerine Türkiye İngiltere ve Fransa ile de benzer ticaret anlaşmaları geliştirme yoluna gitmişyir. (İngilitere ile 1936; Fransa ile 1937 yılında kliring anlaşmaları yapılmıştır.)

Kültürel İlişkiler

* Nazi yönetimi tarafından işten çıkarılan ve çeşitli baskılarla karşılaşan bilim ve sanat adamları Türkiye’de bir üniversite reformu yapmak isteyen yönetim tarafından ülkeye davet edildiler ve birçoğu bu daveti kabul ederek başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere çeşitli kurumlarda yer aldılar ve Türkiye’ye büyük katkıda bulundular.

Alman Propagandası


İstanbul’da çıkarılan Türkische Post gazetesi


* Nazi gençlik örgütlerinin zaman zaman Türkiye seyahatleri


* Türk ordusunda görev yapan Alman subayların etkisi


* Alman firmalarının Türk gazetelerine verdikleri büyük reklamlar ile Almanya Türkiye’ye karşı bir propaganda yürütmüştür.

Almanya’nın Türkiye Başarısızlığının Nedenleri

Türkiye Sevr’de dayatılanları kabul etmeyerek süreci Lozan’a götürmüştür.


* Lozan’dan arta kalan Boğazlar, Musul ve Hatay gibi sorunları uluslararası hukuka uygun şekilde Türkiye düzenleyebilmiştir.


* Türkiye Batılılaşma çabası içinde İngiltere ve Fransa’ya ayrı önem vermiştir.


* I.Dünya Savaşı’ndaki Alman ittifakının olumsuz etkisinin sürmesi de Almanya’nın Türkiye’yi kendi yanına çekmedeki başarısızlığının nedenleri olarak görülebilir.

V) ULUSLARARASI GÜVENLİK SORUNLARI VE TÜRKİYE


A) Uluslararası Güvenlik, Silahsızlanma Çabaları ve Türkiye

* Fransa Başbakanı Briand ile ABD Dışişleri Bakanı Kellogg arasında uluslararası sorunların çözümünde başvuracak yöntem olarak savaşı yasaklayan bir parktın imzalanması ve diğer devletlere de bu paktın imzaya açılması sonucu Türkiye davet üzerine Ocak 1929’da bu pakta katılmıştır.


* Milletler Cemiyeti Genel Kurulu 1925’te Silahsızlanma Hazırlık Komisyonu’nu kurdu ve Türkiye Mart 1928’de başlayan komisyon çalışmalarında bulundu. Ayrıca silahsızlanmaya destek veren SSCB, Türkiye tarafından da desteklendi.


* Şubat 1932’de Cenevre yapılan 2.Silahların İndirgenmesi ve Silahsızlanma Konferansı’nda Türkiye silahların aşamalı olarak indirime girilmesini ve asker ve silah sayısında bir üst sınır belirlenmesini talep etti. Ancak bu yapılan oylamayla rededildi zaten genelde de bu konferansta herhangi bir sonuca ulaşılamadı.


B) Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (MC) Girişi


* I.Dünya Savaşı sonunda kurulan Milletler Cemiyeti Fransa ve İngiltere’nin denetiminde kalmış ve onlara hizmet eden bir örgüt konumunda bulunmaktaydı.


* Türkiye Lozan’da MC’ye giriş konusunda bir taahhütte bulunmamıştı.

Türkiye’nin MC Konusundaki İsteksizlik Nedenleri

Musul konusunda MC’nin İngiltere lehine karar vermesi, MC’yi Türkiye nezdinde İngiltere ve Fransa’nın dış politik amaçlarına hizmet eden bir enstrüman olarak görmesi
SSCB’nin MC’yi ‘emperyalizmin siyasal ve örgütsel uzantısı’ olarak görmesi. Türkiye 1925 Antlaşmasını uzatan 1929 protokolü gereği MC’ye üyelik konusunda SSCB’ye danışmak zorundaydı.


MC’ye Giriş


*Uluslararasındaki gelişmeler, Türk- İngiliz ve Türk- SSCB ilişkilerindeki gelişmeler sonrası Türkiye 1932’lerden itibaren MC’ye girebileceği yönünde sinyaller vermiştir.


* Türkiye İngiltere yakınlaşması sonucu 1932’de Türkiye’nin talebi üzerine MC İspanya’nın resmi önerisi ve Yunanistan’ın desteğiyle oybirliğiyle Türkiye’nin davet edilmesi kararını almış ve 18 Temmuz 1932’de oybirliğiyle Türkiye Milletler Cemiyeti’ne dahil olmuştur.


C) Nyon Akdeniz’in Güvenliği Konferansı


* 1937’de Akdeniz ve Ege’de bazı ticaret gemilerinin denizaltılar tarafından batırılması ve bunların bazılarının Bozcaada açıklarında meydana gelmiş olması Türkiye açısından bir güvenlik tehtidi oluşturmaktaydı.


* İngiltere ve Fransa bu konuda alınacak önlemler için İsviçre (Nyon)’de Akdeniz ülkelerini toplamışancak bu görüşmelere İspanya İtalya Almanya ve Arnavutluk katılmamıştır.
Antlaşmaya göre batan bir geminin yakınında bulunan denizaltılara ortak saldırı düzenlenmesi öngörülüyordu.
17 Eylül 1937’de de benzer bir antlaşma Cenevre’de savaş gemileri ve uçaklar için yapılmış ve Türkiye her iki antlaşmaya da taraf olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Son Yayın

Kamu Diplomasisi: İnsani Diplomasi, Küresel örnekler ve Türkiye

İNSANİ DİPLOMASİ Fatih BAYEZİT Yazarlar: Alan Henrikson; Jozef Batura, Ahmet Davutoğlu, Mehran Kamrava, Fuat Keyman, Reşat Bayer D...