ilişkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilişkileri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ABD ve NATO’YLA İLİŞKİLER

1960 – 80 TÜRK DIŞ POLİTİKASI
ABD ve NATO’YLA İLİŞKİLER
* Fatih Bayezit, ÇOMÜ Uluslararası İlişkiler

I) ULUSLARARASI ORTAM ve DİNAMİKLER
60’lar ve 70’ler ortamı, Türkiye gibi ülkere ciddi bir ‘göreli özerklik’ yaratan bir atmosfer sundu.

Soğuk Savaşın Yumuşaması

İki kutuplu dünya devam etmesine rağmen bu dönemde nükleer denge ve iki tarafın da zamanla oluşan statükoyu kabullenmesi gibi nedenlerden dolayı Soğuk Savaşda bir yumuşama (detant) dönemine girildi. Bunun sonucu ‘Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimi’ görüşmeleri sonunda;
- Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’na (AGİK)
- 1975 Helsinki Son Senedi adlı detant belgesinin oluşmasına yol açtı.
O dönemde iki blok lideri de kendi blok üyelerini denetleyemedikçe karşı rakibin üyeleriyle ilişkileri düzelterek rakibe zarar vermeye çalıştılar. Örneğin;
- Romanya, kendi sanayileşmesine Moskova’nın destek vermemesi üzerine İngiltere ve Fransa’dan ekonomik destek almaya başladı
- ABD, Polonya, Yugoslavya ve Macaristan’a da ekonomik destek sağlamaya başladı.
Türkiye bu rekabet ortamından 1960’ların ortalarından itibaren hem ekonomik hem de siyasal olarak yararlanmaya başlamıştır.

ABD’nin Gerilemesi

Batı bloku lideri ABD bu dönemde gücünü önemli oranda yitirdi. Nedenleri;

- Vietnam Savaşı Vietnam’da özellikle Tet Saldırısı yenilgisi sonrası ABD’yi ve dünya kamuoyunu derinden sarstı. Nixon, komünizmle mücadele için her ülkenin kendi başının çaresine bakmasını ve artık ABD’nin dünya jandarmalığı görevini bıraktığını açıkladı.
- Bretton Woods sisteminin yıkılması : Avrupalı ülklerin biriktirdiği dolarlar ve Vietnam savaşının körüklediği para sürümü sonrası doların 1971’de develüe edilmesi ile Bretton Woods sistemi çöktü ve ABD’nin uluslararası güvenilirliği sarsıldı.
- Almanya ve Japonya ABD ile ekonomik rekabete girdi
- ABD kamuoyundan gelen tepkiler
· Watergate skandalı sonrası Nixon’ın istifaya zorlanması
· Vietnam’a gitmek istemeyen gençlerin meydanlarda toplu halde celp kararlarını yakmaları
Sonuç: 1979’da Afganistan Sovyetlere kaptırıldı, yıllarca büyük yatırım yaptığı İran Şah’ı devrildi. Bundan sonra Afganistan ve İran ABD için elden çıkmış olacaktır.

Sovyetlerin ve Üçüncü Dünyanın Yükselişi

SSCB, ABD’nin aksine 70’lerde önemli atılımlar yaptı.
- Dış Yardımlar: O zamana kadar ABD’nin etkin olarak kullandığı bu silahı SSCB kullanmaya başladı. Orta Doğu’da askeri üsler elde etti; uçak gemileri yaparak Akdeniz’e açıldı; Afganistan’a davet üzerine asker sokarak Hint Okyanusu’na yaklaştı.
- 1973 Arap – İsrail Savaşı sonrası petrol sahibi Arap ülkeleri, savaşta İsrail’i destekleyen batılılara karşı siyasal bir koz olarak petrol fiyatlarını yükselttiler. Bu da batı ekonomik ve siyasal egemneliğini çok sarstı.
- Yeni bağımsız olan devletlerin de katılımıyla güçlenen Bağlantısızlık Hareketi batı bloğunun zayıflattı. Yeni bir alt-sistem halinde gelen Bağlantısızlık Hareketi uluslararası ilişkiler ortamına o güne kadar görülmemiş bir demokrasi ve eşitlik atmosferi getirdi.


II) İÇ ORTAM ve DİNAMİKLER

A) Siyaset
1960- 80 Dönemi üç tane askeri darbe de dahil olmak üzere, içine Türkiye tarihinin çok önemli olaylarını sıkıştırmış, çok seslilikten diktatörlüğe ladar çeşitlilik gösteren bir dönemdir.

O zamana kadar demokrasiye alışmamış olan Türkiye’de iki yeni ve dinamik üç ortaya çıktı:
- Öğrenciler
- İşçiler
İşçiler, 1961 Anayasası’nın getirdiği grev hakkından yararlanmak ve bunun da ötesinde Devrimci İşçi Semdikaları Konfederasyonu (DİSK) aracılığıula etkili bir baskı grubu yaratma arayışındaydılar.
1965 Yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı M. Ali Aybar’ın konferasnını sağ görüşlü öğrenciler bastı ve bu ilk olaydan sonra iki grup arasına düşmanlık girdi.
Mart 1965 – 27 Mayıs yönetimi tarafıdan ‘iktidardan ayrılmama’ taraftarı olduğu için tasfiye edilerek yurtdışına gönderilen ‘14’ler’ den Hüseyin Feyzullah (Alparslan Türkeş) Türkiye dönerek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne üye oldu ve Ağustosta da genel başkan seçildi. (1969’da partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi oldu.)
Türkiye’de Sol, Johnson mektubunun etkisi, 1968 Tet Saldırısı (Vietnam), 1968 Fransa’daki öğrenci olaylarından güçlenmiş ancak 1968’de Sovyetlerin Prag’ı işgali sonrası ikiye bölünmüştür;
- Sosyalist Devrimci Türkiye İşçi Partisi (Tip)
- SSCB karşıtı (sosyalist emperyal) Dev-Genç (Milli Demokratik Devrimci)
1969 – 6 Ocak’da ODTÜ’de ABD Büyükelçisinin arabasının yakılması, 16 Şubat’ta Taksim’de Altıncı Filoyu protesto eden solculara Komünizmle Mücadele Derneği (Akıncılar ve Ülkücüler) üyeleri polis tarafından meydana sokularak saldırdılar ve ülkede kaos ve anaşide iyice artış oldu.
15-16 Haziran 1970 DİSK’in 150bin kişilik işçi yürüyüşünün sanayi burjuvasisini ürkütmesiyle 12 Mart 1971 Muhtırası geldi.
12 Mart’ın yasakçı ortamında kurulan iki MC hükümeti zamanında artık can güvenliği kalmamıştı.
1973 – Petrol şokuyla beraber çökme noktasına gelen ekonomik ortamda siyasi cinayetler başladı.
1 Mayıs 1977 – Kanlı Taksim olayı yaşandı. The Marmara Otel’den Taksim’de 1 Mayısı kutlayan kalabalığın üzeirne uzun namlulu silahlarla ateş açıldı ve 34 kişi öldü. Failleri ise hiç yakalanamadı.
1978 – Ankara Bahçelievlerde 7 TİP’li genç evlerinde katledildi.
1978in sonlarına doğru Kahramanmaraş’ta çoğunluğu Alevi 105 kişi öldürüldü.
1979 Çorum’da 26 kişi öldürüldü.
Eylül 1979’dan 12 Eylül 1980’e kadar 3000 siyasi cinayet işlendi. 13 Eylül 1980’de kanın aniden durması kafalarda olayların derin devlet tarafından körüklendiği iddialarını doğurdu.

III) DÖNEMİN DIŞ POLİTİKASI

Demokrat Parti’nin dış politikasının da antitezi olarak, BM Genel Kurulunda Cezayir’e self-determinasyon tanınması ilk kez desteklendi
1964- Johnson Mektubuna kararlı bir cevap verildi.
Eylül 1965 – BM’de ABD’nin Vietnam politikasına karşı çıkıldı.
1965 – ABD’nin istediği Çok Taraflı Nükleer Güç (MLF) katılınmadı.
1967 – İsrail’e karşı ilk defa Araplar desteklendi. (67 Savaşı)
Eylül 1968- ABD’yle yapılan anlaşmada SOFA’yı kendi lehine değiştirdi.
1969 – OSİA’da üslerin alandışı amaçlarla kullanılmasını yasakladı.
1970ler boyunca – ABD’ye rağmen Yunanistan’la çatışıldı.
1971 – Üçüncü Dünya’ya yardım programı başlatıldı.
Temmuz 1974 – Haşhaş ekimi yeniden başlatıldı. / Kıbrıs Harekatı yapıldı.
Temmuz 1975- OSİA Amerikan ambargosu kaldırılmadığı için iptal edildi. / Üslerin kullanımı durduruldu.
1976 – AET’yle ilişkiler askıya alındı.
1980 – ABD’nin İran yaptırımlarına katılınmadı.
1967’den itibaren – SSCB’yle yakınlaşma başladı. Komünizm ile SSCB’yi birbirinden ayrıştırarak Türkiye’ye büyük ekonomik ve siyasal yarar sağlandı.


ABD ve NATO’yla İlişkiler
I) 1960 – 65 Dönemi

27 Mayıs ve ABD

27 Mayıs 1960’da yönetime el koyan askerler hemen bir açıklama yaparak Türkiye’nin NATO ve CENTO’ya bağlı kalacağını açıkladı. Milli Birlik Komitesinin (MBK) duruma egemen ve uluslararası taahhütlerine de sadık oldukları anlaşılınca 30 Mayıs 1960’da ABD Hükümeti tarafından resmen tanındı.
Küba Bunalımı

SSCB 1962 ilkbaharından itibaren Küba’ya Jüpiter benzeri orta menzilli füzeleri yerleştirmeye başladı. Durumdan haberdar olan ABD 22 Ekimden itibaren adayı abluka altına aldı. ABD ve SSCB arasında büyük gerginliğe neden olan ve dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getiren Küba krizinde, SSCB ABD’nin Türkiye’deki Jüpiter füzelerini çekmesi karşılığında Küba’ya füze yerleştirmekten vazgeçeceğini açıkladı.
Orta menzillli Jüpiter füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi 1960 sonunda tamamlanmıştı. Füzelerin ateşleme sistemleri ve savaş başlıklarının takılması ise ancak 1962 ortalarında tamamlandı.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Raymond Hare 24 Ekim 1962’de Beyaz Saray’a Türklerin Jüpiter füzelerinin kaldırılmasına kesinlikle karşı çıktığını ve bu füzelere semolik anlamlar yüklediklerini, füzelerin kaldırılması durumunda bunların yerine Akdeniz’e Polaris sınıfı nükleer füze atabilen denizaltıların yerleştirilmesini böylelikle Türklerin güveninin tazeleneceğini bildirdi.
SSCB ile ABD, nükleer bir savaşın başlamaması adına bulundukları görüşmeler Başkan Kennedy NATO üyesi devlet başkanlarına birer mektup göndererek ABD’nin Jüpiterleri pazarlk konusu etmediğini açıkladı. O görüşmelerden sonra SSCB gemilerini geri çekmiş ve Küba’ya füze yerleştirmekten vazgeçmişti.
Türkiye’den gelen ilk tepkiler ABD’ye yoğun övgüler içermekteydi. ABD’nin nükleer savaş çıkmasını engelleyen bir politika izlemesi ve Türkiye’nin de pazarlık konusu yapılmaması ayrı bir takdir nedeni olduğu vurgulanıyordu. 1963’te Jüpiter füzelerinin sökülüp yerine Polaris denizlaltılarının yerleştirilmesi önerildiğinde bile TC hükümeti bu öneriyi olumlu bir gelişme olarak kabul etmişti. Ancak 1963’te Jüpiter füzelerinin Türkiye’den tamamen sökülmesi toplumda, ABD’nin SSCB ile yaptığı görüşmede Türkiye’nin de pazarlık konusu edildiği düşüncelerini arttırdı.
Bunalımın Sonuçları
1- ABD Jüpiterlerden sonra Türkiye’ye F-104 ve F-100 savaş uçaklarının verilmesini hızlandırdı ve Türkiye’nin konvansiyonel gücünün arttırılmasına önem verildi.
2- Washington’da alınan kararların Türkiye’nin güvenliğini hatta varlığını tehlikeye düşürebileceği anlaşıldı. ABD’nin sadık ve dürüst bir müttefik olduğu inancı yara aldı.
3- Türkiye, tek yönlü bir dış politika izlemenin zararını bir kez daha gördü.
4- Türkiye, kendini ilgilendiren konularda önce ulusal çıkarlarına göre hareket etmeyi sonrada müttefiklerine danışmanın etkili bir dış politika aracı olacağına karar verdi.

Kıbrıs Sorunu ve Johnson Mektubu

5 Haziran 1964’te Başkan Lyndon Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye Kıbrıs sorunuyla ilgili kapsamlı bir mektup gönderdi.
Johnson’un mektubu (5 Haziran 1964)
Türkiye’nin cevabı (13 Haziran 1964)
Türkiye ve ABD müttefiktir. Türkiye ABD’ye danışmadan bir karar almamalı ve uygulamamaldır.
Türkiye ABD ile halihazırda görüş alışverişi içindedir. 1963 sonundan beri gündeme gelen 4 müdehale girişiminden de ABD haberdar edilmiştir.
Türkiye Garanti Anlaşmasına taraf olan diğer devletlerle görüşme imkanlarını tüketmeden müdehalede bulunmamalıdır.
Türkiye, Garantör devletlerle 6 aydan beri görüşmeler yapmaktadır ancak Yunanistan Türkiye’nin sorunun çözümüne ilişkin girişmlerini sonuçsuz bırakmakta ve Kıbrslı Rumları teşfik etmektedir.
NATO bünyesindeki Türkiye ve Yunanistan NATO’ya girerek bir daha savaşmayacaklarını taahhüt etmişlerdir.
Türkiye ve Yunanistan ancak Yunanistan’ın Türkiye’ye saldırması sonucu savaşırlar.
Türkiye’nin Kıbrıs’a yapacağı bir müdehale sonra SSCB soruna doğrudan dahil olur ve Türkiye’ye saldırırsa, NATO ülkeleri Türkiye’yi savunma yükümlülüğüne girmeyebilir.
NATO’nun SSCB’ye karşı Türkiye’yi korumayabileyeceği, NATO’nun temel ilkelerinin yıklması ve varlığının anlamsızlaşmasına neden olur.
Türkiye ile ABD arasında yapılan Temmuz 1947 Anlaşmasının IV.maddesine göre, ABD Türkiye’ye verdiği silahların amaç dışı kullanılmasına müsade etmemektedir.
BM’nin adadaki faaliyetleri Türklere karşı yürütülen zulmü durduramamıştır. Ayrıca
BM Gücünün oluşturulmasının gecikmesi, Makarios yönetiminin saldırılarının ve tahribatının artmasına neden olmuştur.
Türkiye’nin müdehalesi BM bünyesindeki görüşmelere zarar verecektir.
İsmet İnönü tasarlanan müdehaleden önce ABD’ye davet edilmektedir.
İnönü, Başkan Johnson’la Washington’da görüşmeyi kabul etmiştir.

İnönü 22-23 Haziranda Washington’a giderek görüşmelerde bulundu. ABD’nin daveti üzerine Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu da ABD’ye gitti ancak üçlü bir görüşme yapıldı. İnönü- Johnson görüşmesinden sonra yapılan ortak bildiri de ABD, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki tezlerinin temel dayanak noktası olan Londra ve Zürih Anlaşmalarının devam ettiğini kabul etti.

Johnson Mektubunun Sonuçları

· NATO’nun Türkiye’nin güvenliğini ne kadar sağladığı tartışılır bir konu oldu ve NATO’dan ayrılınması gerketiğini düşünenlerin sayısı arttı.
· Türkiye mektuptan sonra dış politikada çok yönlülüğe evrildi. Başka SSCB ve Üçüncü Dünya ülkeleri ile ekonomik ve siyasal ilişkiler arttırlmaya çalşıldı.
· Türkiye ABD’nin uluslararası girişimlerini kendi dış politika amaç ve ilkelerine uyup uymadığını sorgulamaya başladı. 1965 Eylülünde BM Genel Kurulunda ABD’nin Vietnam’a kuvvet kullanmasına karşı çıkıldı.
· Türkiye’nin isteğiyle ABD ve Türkiye arasında yapılan ikili anlaşmalar gözden geçirilerek Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması (OSİA) adı altında toplandı.
· NATO içinde oluşturulan askeri yapılanmalara üyelikler gözden geçirilir oldu ve Çok Taraflı Kuvvet (MLF) ‘e katılınmadı.
· Türkiye silah satın aldığı ülkelerin sayısını arttırmayı ve yerli silah sanayini geliştirmeyi önemsedi.
Çok Taraflı Güç (MLF)

ABD Başkanı Kennedy, NATO içinde çok tarafl bir nükleer deniz gücünün oluşturulmasının ittifakın caydırıcılığını açısından taşıdığı önemi vurgulayarak başta İngiltere, Fransa ve Federal Almanya olmak üzere bütün üyeleri bu güce dahil olmaya davet etti.
MLF ile Fransa’nın kendi başına nükleer program başlatması ve De Gaulle’un milliyetçi politikaları da denetim altına alnabilecekti.

Güç içinde sembolik bir yere sahip olacak olan Türkiye, MLF zararı yada faydası olmadığını düşünmekteydi. Türkiye başlarda MLF programına katılmak istediğini belirtmiş ve MLF henüz başlamadan önce 1964 ylında ABD’nin nükleer Ricketts gemisinde personel görevlendirdi. Ancak Johnson mektubunun etkisi, Avrupalı NATO üyelerinin bu güce katılma konusunda gönülsüz oluşları ve SSCB’nin tepkisinde çekinen Türkiye Ocak 1965’te MLF’den çekildiğini duyurdu.
1965 yılında ABD de bu proje üzerindeki ısrarlarını sona erdirdi ve proje sonlandı.

II) 1965 – 71 Dönemi

Amerikan Askeri Personelinden Duyulan Rahatsızlığın Artması

Amerikan üs ve tesislerinde bulunan askeri mağazalar (Post Exchance, PX) ve Amerikan askerlerinin ABD ile haberleşmesini sağlayan Ordu Posta Bürosu (APO) yoluyla yapılan ticaret Türkiye’de rahatsızlığa yol açmıştı. İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana gibi şehirlerde ‘Amerikan pazarı’ adı altında kaçak mal pazarlar kurulur olmuştu.

1960 sonrası güçlenen sol akmlar, Amerikan karşıtı gösterilerini arttırdılar.
Amerikan tesislerinde çalışan Türk personel ile ABD’li komutanlar arasında sorunlar yaşanmaya başlandı. Türk personeller ABD yemekhaneleri, mağazaları, spor salonları gibi yerlere sokulmaması ve Türk rütbeliere karşı ast-üst kurallarının yerine getirilmemesi Türk ordusunda rahatsızlık yarattı.
Türkiye’de çeşitli kesimlerin rahatsızlığını hisseden ABD hükümeti, zamanla Türkiye’deki tesislerini halktan uzak bölgelere taşıdı ve buna paralel olarak personel sayısında hızlı bir indirime gitti.

Türkiye’nin NATO Üyeliğiyle İlgili Görüşler

Türkiye’de güçlenen sol akımlar, Türk – Amerikan ilişkilerinin temel dayanak noktası olan NATO üyeliğine karşı çıkmaya başladılar. Kamuoyunda Türkiye’nin NATO üyeliği tartışmalara neden olsa da hükümetler hiçbir zaman NATO’dan çıkmayı gündemlerine almadılar.

Barış Gönüllüleri Sorunu

Amerikan Barış Kıtaları 1962’den itibaren birçok ülkede faaliyet göstermeye başladılar. Kennedy’nin genç Amerikalı öğretmenler ve uzmanlardan oluşturduğu Barş Gönüllüleri gelişmekte olan ülkelerin eğitimine ve kırsal alandaki yaşam koşullarının geliştirilmesine katkıda bulunmasını amaçlıyordu. Gönüllülerin Türkiye’ye gelmesi için anlaşma Ağustos 1962’de nota değişimi yoluyla imzalandı.
Gönüllülerin özellikle Doğu Anadolu’da Kürtlerin yaşadıkları bölgelere dağılmaları ve bu bölgelerde içeriği bilinmeyen araştırmalar yapmaları sık sık eleştiriler aldı. Barış Gönüllülerin buralarda CIA adına bilgi topladıkları iddialarının artması üzerine Dış işleri Bakanlığı 1966 sonlarında Barış Gönüllülerinin bu bölgedeki faaliyetlerine son verdi.

Aralık 1969’da orta öğretim okullarında çalışan İngilizce Öğretmenlerinin daha iyi maaş ve Barış Gönüllülerinin faaliyetlerine son verilmesi için dersleri boykot ettiler. Bu olaydan da sonra Türkiye’de Barış Gönüllüleri faaliyetlerini sona erdirdi.

CIA Endişesi ve Büyükelçi Komer Olayı

Sol basında, CIA’in karıştığı olaylara sık sık yer verilmeye başlandı. Türkiye’de CIA karşıtı tepkileri görmezden gelen ABD Başkanı Johnson’un CIA ile ilgili danışman Robert Komen’i Ankara’ya büyükelçi olarak ataması üzerine Türkiye’de büyük tepkiler oluştu.
Komer’in Ocak 1969’da ODTÜ ziyaretinde aracının yakılması ve tepkilerin sürmesi üzerine Mayıs 1969’da Komer ABD Hükümetince geri çağrıldı.
1969 Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması
Türk ve Amerikalı uzmanlar arasında yapılan görüşmeler sonunda, 3 Temmuz 1969’da o güne kadar yapılan ikili anlaşmaları temel bir metin içinde toplayan Ortak Savunma ve İşbirliği Anlaşması imzalandı.
Anlaşmaya göre;
· Türkiye’nin rızası alınmadan Amerikan üslerinden herhangi bir üçüncü ülkeye yönelik bir operasyon düzenlenemeyecekti.
· Amerikan üslerinin mülkiyetinin Türkiye’ye ait olduğu kabul edildi.
· Türk makamları bu üsleri denetleyebilecek.
· Türkiye, ulusal güvenlik gerekçelerini öne sürerek üslerin kullanmasna sınırlamalar getirebilecekti.
İki ülke arasında yaşanan baz gerginliklerin nedenlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen bu anlaşma uzun ömürlü olmadı ve 1975’te ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya başlamasıyla OSİA, 25 Temmuz’da Türkiye tarafında feshedildi.

Ekonomik Yardımlar

1950’lerin sonlarından itibaren ABD yönetimi ödemeler dengesinin açık vermesinin ana nedenlerinden biri olarak gösterilen dış yardımları azaltma kararı aldı ve Kennedy dış yardımların Avrupa ve Japonya tarafından paylaşılması önerisini getirdi. Fed.Almanya 1961’de ABD’nin Türkiye’ye yapmakta olduğu yardımların bir kısmını üslenmeyi kabul etti.
Avrupa ülkeleri Türkiye’ye yardım konusunda çok da cömert davranmıyorlardı. Türkiye ABD’nin verdiği ekonomik yardımların azalmasından memnun değildi.
Türkiye’ye Yardım Konsorsiyumu üzerinden yapılan yardımlar 1968’de yarı yarıya düştü. Yardımın azalmasına paralel olarak, hükümetin develüasyon yapması için yapılan baskılar yoğunlaştı. Baskıların artması üzerine Ağustos 1970’de yapılan devalüasyonla 1 ABD doları 9 TL’den 15 TL’ye yükseldi. ABD develüasyonun Türk ekonomisinde yol açacağı paniği 25 milyon dolarlık bir ek yardım vererek azaltmaya çalıştı.
1950’lerde olduğu gibi 60’larda da Türk ekonomisinin gelişimi temelde ABD’den gelen dış yardımlara 
bağlı kalmaya devam etti.

Askeri Yardımlar

Ekonomik yardımlardan farklı olarak, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı askeri yardımların miktarında çok büyük değişmeler görülmedi. 1966’da ABD Türkiye’nin yardımları daha çok kara kuvvetlerinin modernizasyonu için kullanılmasını önerdi. Deniz kuvvetleri komutanı 1966 Eylülünde Washington’a giderek, deniz kuvvetlerinin modernizasyonunu saplamaya yönelik görüşmelerde bulundu. ABD, Türkiye’nin tepkisi karşısında bu önerisinden vazgeçmek zorunda kaldı. Hatta 1969’a kadar Türkiye’ye 5 destroyer satılmasını kabul etti.
1970 Ekiminde de Türkiye’ye yeni denizaltılarn satılmasının kabulü Türk silahlı kuvvetlerinin biçimlendirilmesi konusunda ABD girişimlerinin bu kez başarısızlığa uğradığının göstergesiydi.

III) 1971 – 1980 Dönemi

Afyon Sorunu

ABD’de uyuşturucu tüketiminin özellikle 1960’ların başından itibaren artması ABD yönetimini bu konuda etkili önlemler almaya itti. Nixon iktidara geldikten sonra uyuştucuyla mücadele önlemlerini çeşitlendirerek arttırdı. Özellikle de ülkeye kaçak yollarla giren uyuşturucunun engellenmesine odaklanldı ve uyuşturucu madde üreten ülkelere göz çevrildi.
ABD’de 1968’de yaklaşık 500 bin kişinin bağımlısı olduğu eroinin hammeddesi olan ve haşhaş bitkisinden elde edilen afyon, yasal olarak aralarında Hindistan, Yugoslavya ve Türkiye’nin de bulunduğu 10 kadar ülkede üretilmekteydi.

Dünyanın birçok bölgesinde yasadışı haşhaş ekilmekteydi. ABD’ye sokulan eroin de daha çok bu yasadışı ekimin yapıldığı özellikle Tayland – Burma ve Laos’dan (Altın Üçgen) gelmekteydi.
Ülkeye giren eroinin %80’inin Türkiye kaynaklı olduğu iddiası ABD’de sık sık dile getirilmeye başlandı. Basında Türkiye’yi suçlayan makale ve haberlerin sayısı arttı. Fakat yapılan bir hesaplamaya göre Türkiye’de üretilen tüm haşhaşın ABD’ye kaçırılması durumunda bu ülkedeki eroin bağımlılarının ancak 1 aylık ihtiyacı karşılanabilirdi. Buna rağmen ABD Türkiye üzerindeki baskısını arttırdı çünkü;

· Altın üçgen bölgesindeki komünist yönetimlere karşı savaşan ABD yanlısı gerillaların silah ihtiyaçlarını uyuşturucu ticaretinden kazanıyor olmaları Nixon yönetiminin müdehalesini engelliyordu.
· Uyuşturucu sorununun tamamen çözülmesinden çok halkın sorunun sona erdiğine inandırılması önemseniyordu.
· Ekonomik ve askeri olarak ABD’ye bağımlı olan NATO üyesi Türkiye’ye baskı yapmak daha kolaydı.
ABD Dışişleri Bakanı Eliot Richardson’ın Türkiye’ye yapılan yardımların askıya alınabileceğini ifade etmesi üzerine Ekim 1970’de Bakanlar Kurulu haşhaş ekimi alanlarına sınırlandırma getirdi ama bu karar ABD’yi memnun etmedi.

ABD, haşhaş üretiminin yasaklanması yüzünden üreticinin uğrayacağı zararın karşılanması için Türkiye’ye 30 milyon dolar vermeyi önerdi. Nihat Erim hükümeti bunu kabul ederek Haziran 1971’den itibaren haşhaş ekimini yasakladı. Fakat ABD söz verdiği yardımların sadece 3’te 1’ini göndermesi üzerine 100 bin köylü mağdur oldu.

1973 seçimlerinden sonra iktidara gelen Ecevit liderliğindeki CHP-MSP koalisyonu haşhaş ekimini 1 Temmuz 1974’de yeniden serbest bıraktı. Bunun üzerine ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisi 2 Temmuz 1974’de Türkiye’ye verilen borçların durdurulmasını ve ekonomik ve askeri yardımların askıya alınmasını öngören ortak bir karar aldı.

Silah Ambargosu

1974 Kasımında ABD’de Kongre seçimlerinin olması ve
· Amerikan Rum Ortodoks Kilisesi
· Amerikan Helenik Eğitsel Geliştirme Derneği
· Amerikan Helenik Enstitüsü
· Birleşik Amerikan Helenik Kongresi
· Amerikan Helenik Konseyi
Gibi güçlü bir Rum lobisinin varlığı ambargo kararı üzerinde etkili oldu.
19 Eylül 1974’te Senato’da, 24 Eylül’de de Temsilciler Meclisinde ambargo kararı alındı ancak Başkan Ford 15 Ekimde bu kararı veto etti.

Bu arada Kıbrıs harekatı sırasında kullanılan silahların meşruiyeti konusunda Kongre kütüphanesi tarafından yapılan araştırma açıklandı. Buna göre Türkiye’nin, ikili anlaşmaları ve ABD yasalarını ihlal ettiği ilan edildi. Araştırmanın yayınlamasından hemen sonra Temsilciler Meclisi ambargo kararı aldı ancak Başkan Ford 17 Ekimde bu kararı gene veto etti.

17 Aralıkta yeniden alınan ambargo kararını Başkan Ford 30 Aralık 1974 tarihinde onaylamak durumunda kaldı ve ABD’nin Türkiye’ye silah satışı ve verilmesi öngörülen 200 milyon dolarlık yardım 5 Şubat 1975’te durduruldu.

9 Şubat 1975’te Milli Savunma Bakanlığından yapılan açıklamayla, ABD’nin Türkiye’ye verdiği yardmların kesilmesi durumunda Türkiye’deki Amerikan üslerinin kapatılabileceği uyarısında bulunuldu. Türkiye’nin üsleri kapatma konusunda ciddi olduğunu gören ABD Başkanı Ford, 10 Nisan 1975’te yaptğı ‘Dünya’nın Durumu’ konuşmasında, silah ambargosu kararı nedeniyle Kongreyi görev ve yetkilerini açmakla suçladı. 19 Mayısta Senato ambargoyu kaldıran bir karar aldı. Fakat Temsilciler Mevlisi ısrar etmekteydi. ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger da 21 Mayısta Ankara’ya gelerek, Demirel’den üslerin kapatılmamasını istedi.

25 Temmuz 1975’te OSİA’yı tek taraflı olarak fesheden Türkiye, Amerikan üslerinin faaliyetlerini durdurdu.
Bu karar, aralarında İncirlik üssünün de bulunduğu ve 5000 Amerikalı personeli barındıran, 21 Amerikan üssü ve tesisini olumsuz etkiledi. Amerikalı personelin gümrük vergisi ödemeden yurtdışından mal getirmesi ayrıcalığı kaldırıldı. Getirilen ithal arabalara vergi uygulanmaya başlandı. APO da dahil olmak üzere iletişim imkanları sınırlandırıldı. Askeri uçakların üsler arasında serbestçe dolaşımı sona erdirildi.

ABD yönetiminin Kongre üzerindeki etkisini tekrar kazanmasına pararlel olarak ambargo 12 Eylül 1978’de tamamen kaldırıldı.

Ambargo kararıyla Kongre’nin ana hedefi Türkiye’nin Kıbrıs konusunda geri adım atmasını sağlamaktı. Ambargo bu hedefe ulaşılmasını sağlamadı. Tersine, Türkiye ambargo kararına 13 Şubat 1975 ‘te Kıbrıs Türk Federe Devletinin kurulmasıyla karşılık vermişti. Ambargo sırasında ve sonrasında, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını yönlendirmeye çalışan ABD girişimleri başarılı olmadı.
Ambargo Türk kamuoyunda ABD karşıtı eğilimlerin güç kazanmasına yol açtı. ABD’nin Türkiye’deki prestiji sarsıldı.

1980 Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA)

ABD’nin Türkiye’ye uygulanan silah ambargosunu kaldırmasından sonra, feshedilen OSİA ve yürürlüğe girmeyen 1976 SEİA’sının yerini alacak yeni ve kapsamlı bir anlaşma yapılması için, 1979’un kış aylarında Türk ile Amerikalı uzmanlar arasında görüşmeler başladı.
SEİA, 29 Mart 1980’de Ankara’da imzalandı. 18 Kasım 1980’de bir Bakanlar Kurulu kararıyla onaylanacak, 1 Şubat 1981’de de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

İran İnkilabının Türk-Amerikan İlişkilerine Yansıması

İran’da 1979 sonunda Şah rejimin devrilmesiyle iktidara gelen yeni yönetim ABD’yle diplomatik ilişkilerini kesti. Tahran’daki ABD Büyükelçiliğine sığınan Amerikan vatandaşlarının ülkelerine dönmelerine izin verilmemesi, arkasından ABD Büyükelçiliğinin işgali iki ülke arasında ‘rehineler krizi’ adı verilen bir sorunun ortaya çıkmasına yol açtı.

Başkan Carter, 1980 Nisanında dost ülkelerin hükümetlerine bir çağrıda bulunarak, İran’a karşı ABD’yle birlikte yaptırımlar uygulamasını istedi.

Türkiye, rehinelerin ülkelerine dönmeleri konusunda ABD’ye tam destek vermekteydi. Fakat bu ülkeye uygulanacak sert yaptırımlar Tahran’ın Moskova’ya yakınlaşmasına neden olabilirdi. İran’la komşu olan Türkiye doğusunda Sovyet yanlısı bir yönetim istemiyordu.

17 Nisanda ABD yönetimi, İran’da petrol ithalini ve Amerikan vatandaşlarının bu ülkeye seyahat etmelerini yasaklayan bir karar aldı. Fakat Türkiye, özel durumunu öne sürerek bu yaptırım kararlarına katılmadı. Hatta ABD’nin İran’daki rehineleri kurtarmak amacıyla yapacağı bir operasyon için İncirlik üssünün kullanılmasına ‘amaç dışılık’ gerekçe gösterilerek izin verilmedi. Körfezdeki uçak gemilerinden havalanan helikopterlerle yapılan kurtarma operasyonu fiyaskoyla sonuçlandı. Bunun üzerine Türkiye ABD ve İran arasında arabulucuk yapabileceğini söyledi.

İran yönetimi 20 Ocak 1981’de Amerikalı rehineleri serbest bıraktı. Rehineler krizi, Washington’un Ankara’dan destek isteyip de karşılık alamadığı ender durumlardan birisi olarak tarihe geçti.

1980 - 2000 TÜRK DIŞ POLİTİKASI - ORTA DOĞU

1980-2000 TÜRK DIŞ POLİTİKASI
ORTA DOĞU’YLA İLİŞKİLER
[*] Fatih Bayezit

I ) Arap Devletleriyle İlişkiler

1973 ve 1978 petrol krizleri Orta Doğu'nun Batı içi hayati önemini ortaya çıkardı. O güne dek Avrupa’ya yapılacak bir saldırı esas alınarak oluşturulan NATO stratejilerinin yeniden gözden geçirilmesi gerekliliği doğdu ve ABD, SSCB’ye karşı geliştirilecek askeri stratejilerde dikkatini Orta Doğu üzerinde yoğunlaştırmaya başladı.

Bu dönemde Batıyı kaygılandıracak olaylar;
1979 - İran İslam Devriminin yapılması
+ ABD, önemli bir müttefikini kaybetti.
+ Devrimi komşu ülkelere yayma hedefi, bölgede istikrarsızlık unsuru oldu.
SSCB’nin Afganistan işgali

Bölgede önemli bir müttefikini kaybeden ABD, bu esnada oluşan boşlukta SSCB’nin de Afganistan’ı işgal etmesiyle ‘yeşil kuşak’ adını verdikleri yeni bir strateji oluşturdu. ‘Yeşil Kuşak’a göre, İran’daki radikal İslam anlayışına alternatif olarak S.Arabistan merkezli ‘Ilımlı İslam’ı ebnimseyen ülkere destek verilecek. Böylece hem SSCB çevrelenecek hem de radikal islam bölgeye yayılmayacaktı.

Yeşil Kuşak ülkeleri; Pakistan, S.Arabistan, Bahreyn, Umman, Katar, Kuveyt, BAE, Mısır ve Türkiye. Türkiye’yi daha önemli yapan unsur ise topraklarında NATO üsleri ile ABD askerlerini barındırmasıydı.

1978 Silah ambargosunu unutmayan ve 1950’lerin deneyimi ve 1960’dan beri izlenen politikaların da gereği olarak Körfez’in savunmasının Körfez ülkerine ait olduğunu söylüyor ve Körfez’e yapılacak müdehaleler için Türkiye kendi topraklarındaki üslerini kullandırmayacağını söylüyordu.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra Türkiye, gerek üç yıl süren askeri yönetim gerekse Özal liderliğinde içeride denetim altında ılımlı islam’ın gelişmesine olanak sağlarken, Türkiye’yi dış politikada da Avrupa’dan uzaklaştıkça ABD’ye bağladı ve Yeşil Kuşak ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdiler. Üsleri ABD’nin kullanmasına izin vermeyeceğini bildiren ‘milli egoizm’ içindeki liderlerin siyasal hayattan uzaklaştırılmaları ve ‘ittifak çıkarlarının korunmasının önemini kavrayabilen, istikrarlı’ askerlerin getirilmesi ABD’nin işini kolaylaştırıyordu.

Türkiye 1950’lerde olduğu gibi ABD’den destek alarak batının Orta Doğu’da özellikle başta petrol olmak üzere çıkarlarını koruma görevini üstlendi.


Tutucu Körfez ülkeleriyle geliştirilen siyasal ve ekonomik ilişkilerin iç politikaya yansıması ise, 1990’larda Türkiye’nin temel sorunları olan İslamcı hareketin ve Kürt milliyetçiliğinin yükselişi oldu.
Darbeden sonra Türkiye Avrupa ile ilişkilerini keserek bölge ülkeleriyle ilişkilerini arttırdı.Kısa aralıklarla Kuveyt emirinin Türkiye ziyareti ve ardında Kenan Evren’in Kuveyt ve Suudi Arabistan ziyaretleri sonrasında Türkiye ile üç alanda işbirliği sağlandı. Askeri eğitim, askeri malzeme satımı ve ortak yatırım.
Bu dönemde Türk subayları yabancı dil öğrenmek için Suudi Arabistan’a gitmiş, S.Arabistanlı subaylar da Türk Harp Okullarında eğitim görmesinin görüşülmeleri, ayrıca Türk-Suudi Ortak Yatırım ve Ticaret Şirketi için hükümetlerin teşfiklerinin sağlanması adına girişimlerin yapıldığından bahsedilebilir. Bu dönem içinde Türkiye Kuveyt’le de benzer anlaşmalarda bulundu. Özal döneminde ise S.Arabistan’ın Türkiye’deki ekonomik yaşamındaki etkinliği iyice arttı.

İKÖ ile İlişkiler

1980’lerde Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesine pararlel olarak İKÖ içindeki faaliyetleri de artmıştır.
1981’de Türkiye 3.İslam Zirve Konfesansı’na ilk kez eşit düzeyde Başbakan Ulusu başkanlığındaki bir heyetle katıldı. Bu toplantıda Türkiye, İsrail’le ilişkilerin kesilmesi ve İslam Adalet Divanı kurulması kararına çekince koymuştur. Bu (Mekke) toplantıda en önemli gelişme ise Kıbrıs konusunda yaşanmıştır. Daha önce gözlemci sıfatıyla ve ‘Kıbrıs Müslüman Türk Topluluğu’ olarak katılan Denktaş başkanlığındaki Türk heyeti, ilk kez Kıbrıs Türk Federe Devleti tabelası arkasına oturdu ve 5-11 Aralık 1983 Dakka’daki dışişleri bakanları toplantısında da Kıbrıs’ta ikik ayrı toplumun varlığı kabul edildi fakat İKÖ üyesi hiçbir devlet tarafından KKTC’nin tanınmaması Türkiye adına hayal kırıklığı da oluşturdu.
1984 Kazablanka’da yapılan İKÖ’ye Türkiye cumhurbaşkanı düzeyinde katılarak verdiği önemi gösterdi. TürkiyeİKÖ’de daha etkin olarak Türkiye’nin dış politika amaçlarına före bu örgütü yönlendirmek istiyordu. Hemen her toplantıda Kıbrıs konusu dile getirilmiş ve 1986’dan sonra da Bulgaristan’daki Türklerin durumu anlatılarak destek aranmıştır ancak her iki durumda da Türkiye beklediği desteği sağlayamamıştır.

Filistin Sorunu ve Türkiye

Filistin’deki Gelişmeler
Türkiye’nin tavrı
İsrail’in Kudüs’ü resmen kendine bağlaması
*31 Temmuz 1980’de Türkiye bunun kabul edilemez olduğu belirtti.
* 4 Aralık’ta Telaviv Maslahatgüzarı Ankara’ya çağrıldı.
* Kudüs Başkonsolosluğu kapatılarak Telaviv’deki Büyükelçiliğe bağlı konsolosluk haline getirdi.
* İlişkiler en alt düzeye indirildi.
* İKÖ’nün İsrail’le ilişkilerin kesilmesi kararına sembolik olarak kabul etti fakat fiilen uygulamadı.
İsrail’in 30 Mayıs 1980 Lübnan saldırısı ve 8 Haziran 1981’de Bağdat yakınlarındaki bir nükleer reaktöre saldırması
* Türkiye saldırıları kınadı
* (Türkiye görünürde İsrail’e karşı tutumuna rağmen Lübnan işgalinde bu ülkede bulunan Ermeni teröristlere karşı düzenlenen harekatta Türkiye’nin de Telaviv’le işbirliği yaptığı 1990’larda ortaya çıktı.)
17 Eylül’de Sebra ve Şatilla Kamplarında katliamlar yapıldı
* Hem Kenan Evren hem de Dışişleri Bakanı İlter Türköen teessürlerini bildirdi.
* 24 Eylül’de İKÖ tarafından ‘Filistinlilerle Dayanışma Günü’ ilan edildi ve Türkiye’deki camilerde hutbe ve mevlitler okutuldu.
1986’da FKÖ Lideri Yaser Arafat’ın Ankara ziyareti
* Türkiye Arafat’ı sıcak karşıladı. Bağımsızlık durumunda Filistin’in tanınanacağını bildirdi.
15 Kasım 1988’de Cezayir’de Filistin Milli Konseyi bağımsızlığı ilan etti.
* İsrail’i 11 ayda tanıyan Türkiye, Filistin’i dünyada tanıyan 5., Batı bloğundan da ilk ülke oldu. Hiçbir Arap devleti tarafından tanınmamış olan Filistin açısından Türkiye’nin bu desteği önemliydi.
Irak ve Suriye’yle Sorunlu İlişkiler
Türkiye Körfez ülkeleriyle ilişkilerini giderek arttırmasına rağmen Irak ve Suriye ile 1960’lardan beri devam eden iki önemli konuda sorunlar yaşanmaya başlandı.
Türkiye’deki 12 Eylül askeri darbesinin getirdiği baskı ve Irak-İran savaşının getirdiği boşluk nedeniyle güçlemem Kürt sorunu ve GAP’ın hayata geçmesiyle başlayan Fırat ve Dicle’nin sularının paylaşılmasında yaşanan sorunlar.

Kürt Sorununun Başlangıcı

1979 Türkiye’si
1979 Irak’ı
* Türkiye’de 1978 Kahramanmaraş olaylarından sonra bölgede sıkıyönetim ilan edilmesi sonrası bu bölgede faaliyet göstern PKK yurtdışına çıkma kararı almıştır.
Öcalan önce Suriye’ye gitmiş ve Şam yönetimi PKK’ye Bekaa Vadisi’ni temin etmiştir. Sonrasında ise Öcalan Suriye’yi terk ederek Lübnan’a geçmiştir.
1984 Yılına kadar örgütü güçlendirme çabasında olan Öcalan Bekaa Vadisi’nde Filistinli gerillalar tarafından PKK’lılar eğitilirken bir yandan da Talabani’den destek sağlamış ve KYB tarafından PKK’ya Libya’da maddi yardımlar toplanmaya başlamıştır.
*16 Temmuz 1979’da Hasan el-Bakr’ın istifasını sağlayarak iktidara gelen Saddam Hüseyin Irak’ı Arap Milliyetçiliğini ve Körfez’in en güçlü ülkesi olması idealini başlattı.
Ayaklanmaları önlemek adına daha önce atama yoluyla gerçekleşen Kürt özerk bölgesindeki yasama meclisi için seçimler yapılacağı ve ekonomik ve kültürel gelişim için yasalar çıkarabileceği söylendi. Ancak KDP ve KYB’nin seçimlere girmesi yasaklandı ve kuzeydeki Kürtler ve Türkmenlerin bir kısmı güneye göç ettirildi.
* 1 Mart 1979’da Molla Mustafa Barzani’nin ölümü sonrası KDP 9.Kongresinde Mesut Barzani parti başkanı seçildi ve İran’ın Rezaiyye kentinde bulunan KDP karargahı Kuzey Irak’ın Revanduz kentine taşınması kararlaştırıldı.
* Revanduz’un biraz güneyinde bulunan Süleymaniye kentinde karargahının bulunduran (Suriye destekli) KYB ile İran destekli KDP’nin birbirine yakınlaşması ile bölgede mücadele edecek Kürt hareketleri bölgeye yerleşmiş oldular.

İran- Irak Savaşı Güç Boşluğunda Suriye – Kürt Hareketleri Yakınlaşması

  • 17 Eylül 1980’de Cezayir Antlaşması’nı tek taraflı fesh eden Irak, İran’ın güneyinden topraklarına girmeye başlamasıyla 8 yıl sürecek olan İran-Irak Savaşı başlamış ve Türkiye savaş boyunca tarafsızlığını korumuştur.
  • Savaşın güneyde cereyan etmesi Kuzey Irak’ta çok ciddi bir güç boşluğu doğurdu.
  • KDP ve KYB oluşan güç boşluğundan faydalanarak bölgedeki Kürt örgütleri üzerinde denetimlerini arttırdılar.
  • Irak’la savan İran ve Irak’ın zayıflamasından ve Arap liderliğini almak isteyen Suriye bu hakreletlere maddi ve lojistik destek verdiler.
  • PKK, KDP ve KYB aracılığıyla Suriye’den tutumlarından faydalandı ve doğrudan yardım aldı.

Türkiye Suriye’nin bu tutumları üzerine Bağdat yönetimiyle yakınlaşmış ve ;
* 19 Aralık 1980’de Petrol, Sulama ve Ulaşım’da İşbirliğini Öngören Anlaşma
  • 10-12 Aralık 1981’de Taha Ramazan’ın ziyareti sonrasında İthalat anlaşması imzalanmış ve Irak, Fed.Almanya’dan sonra Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke olmuştur.
  • Kerkük – Yumurtalık boru hattının kapasitesi yıllık 35 milyon tondan 50 milyon tona çıkarılmasında anlaşılmıştır.
Türkiye Bağdat’la yakınlaşırken de Suriye ile ipler iyice gerilmekteydi, Suriye Türkiye’nin ‘teröristlerin iadesi’ talebine karşılık ülkesinde terörist bulunmadığını söylmekte, Türkiye de Suriye’den Türkiye’ye yasadışı geçişleri önlemek adına sınıra paralel yol yapmış ve devriye gezdirmeye başlamıştı.

1982

  • İran Irak Savaşında İran topraklarında cereyan eden savaş 1982’de İran’ın içeride muhalefet sorunun halletmesi sonrası Irak topraklarına taşındı.
a) Türkiye Kerkük- Yumurtalık boru hattına zarar gelmemesi için İran’ı uyardı.
b) Suriye, Irak’ın güç kaybetmesi adına kendi topraklarından geçen boru hatlarından petrol akışını durdurdu ve 1985’de S.Arabistan – Irak boru hattının bitimine karar Irak Türkiye’ye ekonomik olarak bağımlı kaldı. Türkiye’nin Kürt politikasında Irak ile kolayca işbirliğine gitmesi bu hem Türk ve Irak Kürt politikalarının örtüşmesi hem de ekonomik bağımlılık sayede oluştu.
  • İsrail’in Lübnan’ı işgali esnasında FKÖ kaplarının basılmasıyla beraber PKK’lı 12 terörist de öldürüldü ve birçok PKKlı da esir alındı. PKK’lıların İsrail askerlerine mukavemeti Lübnan Filistin ve Suriye tarafından sempatiyle karşılanırken, Türkiye adına asıl önemli olay Lübnan’da FKÖ’nün boşalttığı alanlara Suriye’nin desteği ile PKK’lılar yerleşti ve 1983 yılında Türkiye’de başlatacakları eylemleri burada olgunlaştırdılar. Lübnan’da Mahsun Korkmaz Akademisi adında kamp kuruldu ve teröristler ideolojik ve savaş eğitimlerini burada aldılar.
  • 1983 Yılında Türkiye’nin Suriye üzerinde baskısını arttırması ABD ile ilişkilerinin bozulmasının istemeyen Suriye’nin içeride de sorunlar yaşamaya başlamasıyla birlikte Türkiye’nin gerekirse askeri güç kullancağını belirtmesi üzerine 1984 yılında Suriye PKK’yı ve ASALA’yı topraklarından çıkarmış, PKK ise Kuzey Irak ve Bekaa Vadisine konuşlanmıştır.
Türkiye’nin Kuzey Irak Operasyonları ve PKK Açısından Sonuçları

PKK’nın Kızey Irak ve Bekaa’ya yerleşmesi Türkiye’yi rahatsız etmişti.
Irak’la Şubat 1983’te ‘Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması’ imzaladı ve anlaşmaya göre her iki devlet de birbirlerine önceden haber vermek koşulu ile sıcak takip hakkı elde etti. Türkiye PKK’ya karşı yapacağı operasyonlar için hukuksal zemini bu anlaşma ile oluşturmuştu.
Bölgedeki Gelişmeler
Türkiye’nin Tepkileri
Sonuçlar
10 Mayıs 1983 – PKK’nın Hakkari-Uludere’de 3 Türk askerini şehit etmesi
*26 Mayıs 1983 – Türkiye 7 bin asker ile Zaho ve Amediye arasındaki bölgeye 5 km girdi.
* Aynı sırada Irak ordusu da güneyden kuzeye doğru bir operasyon başlattı.
*PKK’dan çok KDP ve KYB kampları zarar gördü.
* KDP, Irak’ın gücünün yetersiz olduğu yerde Türkiye’den destek aldığını ve Kürt kurtuluş hareketine düzenlenen bir komplo olduğunu açıklayıp operasyonu kınadı.
* KDP, PKK’ya işbirliği önerdi ve Temmuz 1983’te ‘KDP-PKK Dayanışma İlkeleri’ protokolü imzalandı.
* 1983’ten sonra PKK ‘profesyonel gerilla savaşı’ başlatma kararını uygulamaya koydu ve 1984’te Kürdistan Kurtuluş Birliklerinin örgütlenmesini tamamladı.
* 1985’e dek PKK’nın Türkiye’de çok ses getiren bir eylemi olmadı.
Türk askeri heyetinin Bağdat ziyareti sonrasında 15 Ekim 1984’te Türk-Irak Güvenlik Protokolü imzalandı. Bu protokol de 5 km’ye kadar sıcak takip hakkı sağlıyordu.
* KDP ve KYB büyük tepki gösterdi. İran meclis başkanı Rafsancani de ‘Irak petrol bölgesini bir NATO üyesinin yardımlarıyla korumak istiyor. Türk devletini Irak halkının isteklerine karşı koymaması için uyarıyoruz’ dedi.
* Türkiye bu hakları Irak’ın Türkiye’ye olan ekonomik bağımlılığından da yararlanarak elde etmiştir.
Türkiye’nin baskısını sürekli üzerinde hissederek bölgede Türkleri görmek istemyen KDP PKK’yla ilişkilerini askıya aldı ve Kürt peşmergeler ile PKK militanları arasında çatışmalar yaşandı.
12 Ağustos 1986’da Uludere’de 15 Türk askeri PKK militan
larınca şehit edildi.
*15 Ağustos 1986’da Türkiye 20 fantom uçağı ile Kuzey Irak’a operasyon düzenledi ve ağırlıklı olarak KDP kampları bombalandı. 150 Peşmerge öldürüldü.
* 3 Eylül’de Türk ordusuna tezkere ile sıcak takip hakkı verildi.
* 1986 operasyonu ile büyük zarar gören Kürt grupları arasında dayanışma güçlendi ve KDP ile KYB arasında işbirliği anlaşması imzalandı.
* KDP gibi KYB de İran’dan maddi yardım almaya başladı.
* Büyük kayıplar veren KDP, PKK yükünden kurtulmak istedi ve PKK ile KDP ilişkileri bozuldu.
Bunun üzerine 1987’de 3.Kongresini toplayan PKK, 1985’te yeniden kurulan koruculuk sistemini hedef almak üzere 1987’de Türkiye’ye dönme kararı aldı.
* Türkiye’nin sert askeri önlemlerden başka bir çıkar yol bulamaması ve bölge halkının devlet baskısından bunalması ve PKK ile Türk askeri arasında kalması sonrası PKK bölgede gittikçe kitlesel gücünü arttırdı.
22 Şubat 1987’de PKK Hakkari’nin bir köyünde 14 kişiyi öldürdü.
4 Mart 1987’de Türkiye 30 uçağıyla Kuzey Irak’a operasyon düzenledi. İran’ın Kerkük-Yumurtalık boru hattına zarar vermesinden çekinen Türkiye’de bölgenin kısmi olarak işgal edilmesini düşünenler arttı.
* 4 Mart operasyonu KDP-İran ilişkisini kopardı.
* Bunun üzerine KDP de PKK’yla bağını koparma kararı aldı ve 1983 protokolünü tek taraflı olarak fesh etti. Mayıs ayında KDP lideri Mesut Barzani, PKK’yı terörist ilan etti ve dost ülke Türkiye’ye bölgenin ihtiyacı olduğunu açıkladı.
* Bunun üzerine PKK 1988’de Talabani’nin KYB’si ile ittifak yaptı.

Özal’ın Suriye Ziyareti

Suriye, 1979’dan beri PKK’ya bölgede en çok destek veren devlet konumundaydı. PKK militanlarına eğitim, kamp, kimlik ve para vermekteydi. Bu durumdan rahatsızlığını her fırsatta dile getiren Türkiye, 1987 yılında Başbakan Özal ve MİT’ten Hiram Abbas gibi diplomatların da katılımıyla Şam’a bir gezi düzenledi.
Türkiye PKK meselesini masaya yatırırken, Suriye ise Fırat sularının bir kısmının kendisine bırakılmasını talep ediyordu.
Ziyaret esnasında iki protokol imzalandı;

a) Güvenlik protokolü : Türkiye ve Suriye kendi topraklarından birbirlerine düzenlenecek terörist eylemlere izin vermeyecekler.

b) Su protokolü : Türkiye, saniyede 500 m3 Fırat’tan su verecek.

Türkiye ile Suriye arasındaki bu yakınlaşma Irak’ı rahatsız etmişti. 1987’de Türkiye Irak’a 1 milyar dolarlık kredi açmasına rağmen Suriye’yle su konusunda varılan mutabakata dahil edilmemekten ötürü rahatsızdı. Irak’ın da bölgede denetimini arttırmak adına bölgede sertliğe gitmesi ve Türkmenlerin de bu durumdan etkilenmesi sonucu Türkiye – Irak ilişkilerinin gerilmesine neden oluyordu.

Irak – İran Savaşı Sonu ve Türkiye’nin Kürt Mülteciler Sorunu

*Mart 1988’de Irak’lı Kürtlerin de desteğiyle İran ordusu Halepçe kasabasını ele geçirdi. Bu sırada ilk kez kimyasal silah kullanılması Kürtlerin kitlesel ölümüne neden oldu.
* 17 Temmuz 1988’de savaşın bitmesiyle kuzeydeki güç boşluğunu doldurmak ve sınırda nüfussuz alan oluşturmak adına Irak ordusu kuzeye harekat düzenledi ve 800 köyü boşalttı. Ağustos ayında Irak ordusu Kuzey Irak’taki vadilerde kimyasal silah kullanmaya başladı ve Halepçe’yi unutmamış Kürtler Türkiye ve İran’a doğru kaçmaya başladılar. İran sınır kapısını kapatınca, Kürtler Türkiye sınırında yığıldılar. Türkiye de başlangıçta Irak’la olan sınırını kapattığını ve sınırı geçen Iraklıların geri gönderildiğini açıkladı.
Türkiye ikilem içerisindeydi;
- Uluslararası baskı
- Türk kamuoyunda PKK’dan dolayı oluşan Kürt antipatisi
Ayrıca Kürt mültecilerin getireceği ekonomik yükün yanısıra, mültecilerle birlikte PKK militanlarının da sınırdan içeri girmesine neden olunabilirdi.
Türkiye kapıda yığılmalar ve uluslararası baskı artınca kapıları açtığını ve mültecilere 2 günlük geçici ikamet verileceğini ancak siyasi mülteci sayılmacaklarını açıkladı. Bu sırada 1984 protokolüne göre Irak sıcak takip talep etti ancak Türkiye bu hakkı kullanarak Irak topraklarında operasyon yapmış olmasına rağmen, Irak’a kaçanların silahlardan arındırıldığı ve Irak karşıtı faaliyet göstermedikleri söylenerek sıcak takip izni verilmedi. Bunun üzerine Irak 1984 protokolünü tek tarafalı olarak fesh ettiğini açıkladı.

Eylül 1988’de Türkiye’ye 63.000 Iraklı Kürt sığınmıştı ve bunlar 12 kampa yerleştirilmişti. Kamplardaki insan hakları ihlalleri ve yaşam koşullarıyla ilgili Türkiye uluslararası kamuoyundan sürekli eleştiri alıyordu. 1989 Yılında Türkiye PKK’ya karşı silahlı önlemlerini arttırmış ve Genelkurmay Başkanı ve Başbakan silaha silahla karşılık verileceğini, siyasi önlem aınmayacağını söylemiştir.

Suriye ile Sorunlar
1 Ekim 1989’da Başbakan Özal; Suriye’yi düşmanca tutumundan vazgeçmezse ve 1987 protokolünü uygulamaya koymazsa Türkiye de 1987’deki Su Protokolünden vazgeçebileceğini açıkladı.
Suriye, Türkiye’nin sert tutumuna sertlikle cevap verdi ve 21 Ekim 1989’da Hayat’ın Samandağ ilçesinde iki MiG-21 savaş uçağıyla sınırı ihlal ederek bir Türk tapu kadastro uçağını düşürdü. Suriye makamları bu olayın bir kaza olduğunu, suçluların cezalandırılacığını, tazminat ödeyeceğini söylerek özür diledi ancak Türk kamuoyu bu konuda ikna olmamıştı. Ayrıca Suriye Enfermasyon Bakanı Muhammed Salman’ın bir Kıbrıslı Rum gazeteciyle yaptığı röportajda Hatay’ın Türkiye’ye bağlı olmadığını söylemesi iki ülke ilişkilerinin iyice gerilmesine neden olacaktı.

Su Sorunu
1995 yılında Dışişleri Bakanı Deniz Baykal ‘Suriye komşu bir devlet olarak terörist bir örgütün karargahı olmaya son vermelidir. Terörün kanıyla kirlenen ellerin daha fazla su ile temizlenebileceği düşünülebilir. Ancak, Türkiye hiçbir zaman terörün kullanılmasına karşılık su yapmayacaktır.’ diyerek aslında bu iki konunun ne kadar birbirleriyle bağlantılandırıldığını ortaya koyuyordu.
Yeraltı kaynaklarının siyasi pazarlık ve koz olarak kullanılabileceğini 1970’lerde petrol bunalımı ile Arap devletleri ortaya koymuştu. Türkiye 1980’lerde PKK sorunun çıkışına dek hiçbir zaman ‘su’ konusunu koz olarak kullanmamıştı.
Türkiye için su sorunu; Fırat, Dicle ve Asi ırmaklarının sularının paylaşımı sorunudur.
1960’larda Türkiye’nin suları tarım dışı kullanma adına barajlar kurmasıyla bölge ülkelerindeki tarımı olumsuz etkilediğini söylemesiyle ile sorun başgöstermiştir.
1964’te Türkiye bölgenin en byük barajı Keban’ın yapımına başlamasıyla, Suriye Irak ve Türkiye suların kullanımı üzerine 1965’te Irak’ın konferans talebi üzerine toplanmaya karar verdi ancak Türkiye konferasnsa Asi’yi de dahil etmek istediğini söyleyince Suriye itiraz etti ve üçlü konferans yapılmayarak ayrı ayrı anlaşmalar yapıldı.
Keban’ın doldurulması sırasında Türkiye’nin taahhüt ettiğinden su bırakması üzerine ülkeler şikayetçi oldular ve bir süre sonra durum normale döndü.
1977’de Türkiye Karakaya Barajının yapımına başlayınca Irak Türkiye’nin 330 milyon dolarlık borcu bahane ederek Kerkük – Yumurtalık boru hattını durdurdu. Ancak asıl nedenin Fırat’ın sularının da pazarlık edilmek istenmesiydi.

GAP Başlıyor
1983 yılında GAP’ın başlaması Irak ve Suriye’yi daha da endişelendirdi. GAP’ın tamamlanmasından sonra Fırat ve Dicle’nin sularında sadece niceliksel değil, niteliksel (kirlenme) değişikler de gerçekleşecekti.
GAP’ın başlaması üzerine Türkiye Dünya Bankasından kredi almak istedi ancak su yollarını barajlama işleminde dış kredi alabilmek için aşağı havza ülkelerinin onayı gereliyordu. Irak ve Suriye bu onayı vermeyi reddettiler böylelikle Türkiye projeyi tümüyle kendi kaynaklarıyla uygulamaya karar verdi. Bunun üzerine 1980’de Irak’la Karma Ekonomik Komisyon Protokolü imzalandı. 1983’de Suriye’nin de katıldığı bu protokole uygun olarak bölgesel sulara ilişkin görüş alışverişinde bulunmak üzere Ortak Teknik Komite kurarak çalışmalara başladı.
1980’ler boyunca Irak dikkatini İran’la yapmış olduğu savaşa çevirdiğinden su konusunu genelde Suriye gündeme getirdi. Bunun bir diğer nedeni ise Suriye’nin o dönemde yeni alanları tarıma açarak tarımsal üretimi arttırmak ve dış ticaret açığını da bu şekilde kapamak istemesiydi.

Barış Suyu Projesi

Özal, Suriye’yle ekonomik ve ticari ilişkilerin gelişmesinin siyasal sorunları çözeceğine inanıyordu ve bu çerçevede Suriye yetkililerine çeşitli ortak projeler sundu. Suriye’deki doğal gaz ve petrol aramalarında Türkiye’nin yardım etmesi, bu ülkeye elektrik verilmesi, Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin sularının içme suyu olarak Arap ülkelerine taşınması bu projeler arasındaydı.
Türkiye, Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin kendi kullanımından arta kalan sularını iki botu hattıyla S.Arabistan ve Umman’a taşımayı öneriyordu.
Brown Roots firması tarafından hazırlanan fizibilite ve proje çalışmalarına göre I.Boru hattından günde 3.5 milyon m3 su Hatay üzerinden Suriye’ye gidecek ve Ürdün’den geçerek S.Arabistan’ın Mekke ve Cidde kentlerine gidecekti. II. Hattan ise günde 2.5 milyon m3 verilecek olan su, Suriye, Ürdün ve S.Arabistan’ın doğusundan Kuveyt, Katar, Bahreyn, BAE ve Umman’a kadar ulaşacaktı.
1988’de Türkiye tarafından ilgili ülkelere resmen önerilen bu teklif Arap devletleri tarafından kabul edilmedi. Nedenleri;
- Arap devletleri projeyi maliyetinin yüksek olması gerekçesini öne sürerken asıl nedenler
* Türkiye’ye su gibi hayati bir konuda bağımlı olmak istemeyişleri
* Türkiye’nin ‘su’ ile bölgede söz sahibi olmasını istemeyişleri
* Türkiye’nin bu projeyle asıl amacının İsrail’e su götürmek olduğunu düşünmeleri

ARAP OLMAYAN DEVLETLERLE İLİŞKİLER

I) İsrail ile İlişkiler


Türkiye İsrail ilişkilerinde 70’ler boyunca soğukluk, 80’lerin de büyük çoğunluğunda devam etti. Bunun iki nedenleri vardı;

  • İsrail’in bölgede tek taraflı eylemlerinin Ankara’da dığurduğu rahatsızlık
  • 1987 Filistin intifadasının Türk kamuoyunda ilgi doğurması
Camp David’den sonra bölgedeki anlaşmazlıklar büyük oranda çözüme kavuşmuş görünse de İsrail’in eylemleri bölge istikrarını yeniden bozdu. Doğu Kudüs’ün ilhakı ve Kudüs’ün başkent ilan edilmesine BM Güvenlik Konseyi hükümsüz olduğu kararını verdi, Türkiye ise buna beklenenden çok daha sert tepki vererek Kudüs’teki başkonsolosluğunu kapatıp Telaviv’deki maslahatgüzarını da II.katip düzeyine indirdi.
İsrail’in Irak’ta yapımı devam eden Osirak nükleer reaktörünü hava saldırısıyla imha etmesi ile Türkiye İsrail karşıtı tavrını sürdürdü ve BM Genel Kurulu’nda bu eylemi kınayan ülkeler arasında yer aldı. Türkiye aynı tepkiyi Golan Tepelerinin işgali sonrasında göstermedi ve BM Genel Kurulunda İsrail’in kınanması adına yapılan oylamaya çekimser oy kullandı.
Türkiye, İsrail’i doğrudan bir tehdit olarak algılamıyor, ama bölgede müslüman ülkeler tarafından yalıtılmamak için de İsrail’e karşı zaman zaman sert tepkiler veriyordu. Ancak güney komşusu Suriye’ye karşı da İsrail’i yanına almak istiyordu.
1982’de Lübnan’ın işgali ve FKÖ militanlarının Lübnan’dan çıkarılmasına Türkiye tepki gösterdi. Sabra ve Şatilla kamplarının baskını da TRT tarafından uzun süre ekranlara taşınarak Türkiye’de İsrail’e karşı kamuoyu tepkisinin artmasına katkı sağladı.
Ancak İsrail’in Lübnan işgali Ankara- Telaviv hattında yumuşamaya da neden oldu. Lübnan’da barınan ASALA militanlarının da saldırıda yok edilmesi için İsrail Ankara’ya gizli bir çağrıda bulundu ve Türkiye Lübnan’a gönderdiği görevlilierle ASALA ve JCGA kampları tamamen tahrip edilirken JCGA lideri Agop Ahcıyan’ın da aralarında bulunduğu birçok militan öldürüldü.
Aralık 1987’de İntifada başlatıldı ve Filistin sorunu dünya kamuoyuna bir kez daha taşındı. Türk kamuoyun intifada ya büyük bir sempati ile yaklaştı ve intifadayı takiben 15 Kasım 1988’de Filistin Devleti resmen ilan edildi. Türkiye birçok devletten önce Filistin’i tanıyan ülke oldu.

İran’la İlişkiler

Türkiye’nin ulusal İran’ın ise dinsel kaynaklı egemenlik anlayışından kaynaklanan ideolojik çelişki ikili ilişkileri bozan temel etmen oldu.
1979’da İran’da İslam Devrimi’nin yapılması ve 1980’de Türkiye’de yapılan darbenin en azından retorikte Kemalizm’i canlandırmaya çalışması, iki tarafından da mevcut rejimlerini ithal etmeye çalıştığını düşünmesi birbirlerini tehdit olarak algılamalrına neden oluyordu. Bu dönemde her iki ülkenin basınında Humeyni ve Atatürk karşıtı yazılar çıkıyordu.
Irak-İran Savaşından Kaynaklanan Sorunlar
Irak’la savaş esnasında İran Iraklı Kürtleri silah ve maddi olarak destekleyerek Bağdat’a karşı kışkırtmayı ana politikalarından biri olarak belirlemişti. Bu gelişmeler karşısında Türkiye İran’a iki isteğin karşılanmasını talep etti;

- Türkiye – İran Demiryolu’nun çalışmaya devam etmesi ve Türkiye-Irak ticaretine, Yumurtalık-Kerkük Boru Hattına zarar verilmemesi.
İran ve kürt gruplar savaş boyunca buna çok dikkat etmiştir.


- PKK’ya destek verilmemesi.
Türkiye 1984’de PKK terörüyle tanışmasıyla birlikte Irak’la sıcak takip anlaşması yapmıştı. İran’a da aynısı teklif edilmiş ancak İran bunu hem reddetmiş hem de Irak’la yapılan anlaşmanın tarafsızlığa ayrıkı olduğu gerekçesiyle itiraz etmiştir. Ancak İran PKK’ya İran topraklarını kullandırmayacağını da taahhüt etmiştir.



[*] Canakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler M.A.

Son Yayın

Kamu Diplomasisi: İnsani Diplomasi, Küresel örnekler ve Türkiye

İNSANİ DİPLOMASİ Fatih BAYEZİT Yazarlar: Alan Henrikson; Jozef Batura, Ahmet Davutoğlu, Mehran Kamrava, Fuat Keyman, Reşat Bayer D...